Dua etmiyoruz ki tutsun |
Sevgili Hüseyin
Öztürk, o kendine özgü delişmen tavrıyla soruyor
("sorguluyor" mu demeliydim?); "Niye dualarımız kabul
olmuyor, bir söyleyin Allah aşkına ne var yahu?" diye. Tutmaz dostum, niye tutsun ki?
Usulüne uygun yazılmayan bir dilekçe dahi, yazıldığı makam ne kadar
kıytırık olursa olsun kabul edilmezken, şartlarına riayet edilmeyen
dua nasıl tutsun? Dua, Allah'a çıkarılmış
davettir. Yürekten "Bittim Ya
Rab!" diyene "Dayan, yettim kulum!" diyecektir Allah. Var mı biten, gerçekten var gücünü
harcayan, tüm çabasını ortaya koyan ve tükendiği yerde "Bittim
ya Rab!" diyen? Kim o? Hiç kuşkunuz olmasın ki, onun
imdadına yetişilecek "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyen ve
yardımı hak edene "Allah'ın yardımı elbet pek yakındır"
diyen bulunacaktır. Kuldan istemenin bile bir âdâbı-erkanı
bir usulü varken, Allah'tan istemenin bir âdâbı bir usülü olmasın mı? Ettiğimiz dualar, Allah'a gönderdiğimiz
mektupsuz zarflara benziyorlar. Zarf var fakat mazruf yok. Bu şu
demektir: Ceset var fakat ruh yok, kabuk var fakat öz yok, maske var
fakat yüz yok. Yaşarmayan bir göz, kızarmayan
bir yüz, hissetmeyen bir öz, eyleme dönüşmeyen binbir söz ile
Allah'a yazılan davetiyeler nasıl varsın yerine? Yanmayan, özlemeyen, sızlamayan,
inlemeyen, duymayan bir yüreğin feryadı mı olur? Taş kesilmiş aşk fukarası yürekler
"dua" gibi muhteşem bir mesajı hangi enerjiyle iletirler
adresine? Sesini sahibine dahi duyuramayan, sahibinin sesini duymaktan
aciz olan bir yürek, öteleri sarsacak bir sayhayı nasıl koyverir gök
kubbeye? Oysa ki dua, güftesi aşk
bestesi mahrumiyet ve ıstırap olan bir özge şarkıdır. Bu şarkıyı terennüm edecek
birinin, olanla olması gereken arasındaki farkı iyi bilmesi şarttır. Eğer bunu bilirse, duayı bir
çocuğun annesinden ısrarla isteyişi gibi isteyecek, ilahi kapının eşiğine
başını koyarak ısrar edecek, tekrar edecektir; tıpkı her gün
onlarca kez okuduğu Fatiha'da olduğu gibi... Dua, Allah'a çıkarılmış bir
davetiyedir demiştik. Davet edenin bir adresi, bir aidiyyeti bulunmalıdır
ki, icabet edecek olan onu orada bulsun. Bu adres insanın Allah karşısındaki
esas duruşudur. Allah karşısında esas duruşunu bozan, ya da esas duruşu
olmayan, davet edip de adresinde bulunmayan sorumsuz gibidir. Kim inanır
onun duasında samimi olduğuna? Diyelim ki adresinde bulundu. Bu
kez de, davetine tecelli ve inayetiyle icabet edecek Allah'a sunacak bir yüreği
olmalı. Mekansız'a yürekten özge mekan olur mu? Deniz dibine dönmüş,
çöplükten beter hale gelmiş, eline geçen dünyalığı içine attığı
bir mahzene dönmüş bir yüreğe konuk edilir mi O? Tıpkı şairin dediği
gibi: Sür çıkar ağyarı dilden ta
tecelli ede Hak Kulun gücünün bittiği yerde
Allah'ın yardımı başlar. Gücünüzün bittiği noktada olup olmadığınızı
kontrol ettiniz mi? Eğer hala gücünüz varsa, o bitinceye kadar koşmanızı,
soluğunuzun tükendiği noktada hiç ummadığınız bir yerden önünüze
kapı açılacağını düşündünüz mü? Taif dönüşü Muhammed (a.) son tedbiri de tüketmiş bir halde kan revan içinde doğduğu toprakların varoşlarına gelip dayanmış fakat girememişti. İşte o an gücünün bittiği andı. Gidecek bir kapısı, başvuracak bir dayanak, sığınak, tutamak ve barınağı kalmamıştı. Aklın tedbirinin bittiği yerde
aşkın kollarına bırakmıştı kendisini ve bir dua yapmıştı. Bu dua
öyle bir aşkla yapılmıştı ki, doğrudan hedefini bulmuş ve nübüvvet
sürecinin gün dönümü olmuştu. Ufuk İnsan'ın Mekke'ye bakan
yamaçlardan birinde yaşlı gözlerle yaptığı, tarihin akışını değiştiren
ufuk duayı sizin için tercüme edeyim: Allah'ım! ( 7 Şubat 2000 ) |