‘Bizim
mahalle’nin ‘cemaat sokağı’ |
Evet,
bu yazıyı da “Adını fazilet
koymak yetmez” adlı iki hafta önceki yazımın izdüşümünde
kaleme alıyorum. Yok yok, bu kez muhatabım ‘parti mensubu’
okuyucularım değil, ‘cemaat
mensubu’ saygıdeğer bir okurum. Önce,
ismini yazmak için kendisinden izin almadığım için adını vermeyeceğim
duyarlı okuyucumun uzun mektubundan alıntı yapmak istiyorum: “Geçmiş
senelerde AP’yi desteklemeye karar veren -mesela 70-80 arasındaki-
“cemaat önderleri”nin, sizin gibi memleket meselelerini düşünmeden
ve İslami hassasiyet taşımadan karar verdiklerini nasıl düşünebilirsiniz?.
Yakinen tanırım M. Sungur, M. Birinci, M. Fırıncı, M. Kutlular, M. Kırkıncı,
B. Yüksel ve diğerleri tahminim 28 kişi idiler. Her bölgeden birkaç
kişi gelirdi. İstişare ederlerdi. /.../ Risaleleri okumadan cahilane
(bu meselede) yazdığınız anlaşılmaktadır. “Demirel’i
geçmişte desteklemekle de “hata etmedik “. “Şimdi
siz faziletlilere ahlak önerisinde bulunuyorsunuz. Fazilet bu yapısıyla
ve tarzıyla siyasette ne yapabilir? Bir şey yapabileceğine inanıyor
musunuz? Yapabilecekse nasıl? Bir şey yapmayı bırak, onların söylediği
ve el attıkları her şey yapılmamaya bahane yapılmakta. /.../
Çiğnenen haklarımız eğer bir gün geri gelecekse bu Fazilet’lilerin
yanlış tarz-ı mücadelesiyle değil beğenmediğiniz Demirel, Sezer
veya onlar gibi olan, ama demokrat yönünü ortaya koyan ehl-i insaf
insanlarla beraber hareket ederek mümkün olacaktır. “Malüm
süreçle yıllardır Demirel...” mantığıyla,
“Malüm süreçte, yıllardır söylediklerini ağızlarına bile
almayan, hep tersi söylemlere sarılan Fazilet’i ve Erbakan’ı millet
nihayet anladı.” demek mi lazım ? “Malüm süreçle “ sarsılmayan,
yılmayan kim var Allah aşkına ? Veya siz “malüm süreçle..” ne
yaptınız. Esas rol sahiplerini ve aktörlerini tenkit edebildiniz mi?
Karşınıza alabildiniz mi, esas bunlardır elebaşları “ dediniz mi?
Demiş olsaydınız, yüzde yüz hakkınızda dava açılmakla kalmayıp,
mutlaka içeri alınmanız gerekirdi. Haksızlıklara
karşı geniş kitleleri karşına
alarak değil, birlikte mücadele ederek mümkün olacaktır. Bizim
meselemiz Demirel değil, bu kitlelerle beraber olmaktı. Bir zaman
Demokrat’larla, sonra AP’lilerle oldu. Ha, Demirel “malüm süreçle..”
Erbakan gibi hata yaptı. Koyduğu tavrı yanlıştı. O da kendini
bağlar.” Üstatlar
ve şakirtler Üşenmedim
saydım; “Bediüzzaman külliyatında siyasetten kaç kere Allah’a sığınıyor?”
diye: Tam on yerde siyasetten Allah’a sığınarak “Euzü
billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyase” demiş. “Şeytan’dan
ve siyasetten Allah’a sığınırım” demektir. 28 Şubat
turnusoluna rağmen Demirel’e destek politikasını böylesine savunan
Nur Şakirdi okurum gücenmesin ama; ya Şeytan’dan ve siyasetten
Allah’a sığınan üstatlarını anlamamışlar, ya da yolunu terketmişler. Samimi
olduğundan kuşku duymadığım okuyucum, polemik satırlarını atlayıp
konuyla ilgili eleştirilerini alıntıladığım bu mesajında beni
“Risale okumamak”la suçluyor. Ben bunun bir ‘nakısa’ ya da ‘ayıp’
olmadığını düşünmekle beraber, okuduğumu, hatta belli kavramların
sayısını çıkaracak kadar iyi okuduğumu ispatladım. Bu kafi
gelmezse, Bediüzzaman’dan okurumu ikna etmek için kimi alıntılar
bile yapabilirim: “Bizler,
kusurumuzu görene ve bize bildirene -fakat hakikat olmak şartıyla-
minnettar oluruz, Allah razı olsun deriz.” (Emirdağ
Lahikası) “Benim
boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse;
ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir."
16 Mektup 3. Nokta "Aziz
kardeşlerim! Üstadınız lâ-yuhtî değil... Biliniz, kardeşlerim ve
ders arkadaşlarım! Benim hatamı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz
mesrur olacağım. Hattâ başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim.
Hakk'ın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz." (Barla
Lah. Mek. 132) “Evet
kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.
Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim
için hüsnü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim
veya bilmediğim halde ifsat ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün
kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin
elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız.
Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız,
bana reddediniz gönderiniz..."
(Münazarat) Ben
de o yazımda işte bunu kastetmiştim
Ey
beni ‘Risale cahili’
olmakla suçlayan dostum! Şu yukarda alıntıladığım satırları küçük
adamlar söyleyemez; belli ki onlar büyük bir adamın ağzından çıkmış.
Doğru, ben Risaleler’i dönüp dönüp ‘kıraat etmedim’, etmem de.
Dönüp dönüp okunacak, içinde hata taşımayan tek kitabın Kur’an
olduğuna inanırım ve ben de ömrümü o hayat kitabını anlamaya,
anlatmaya, yaşamaya, yaşatmaya adamışımdır. Fakat ömrünü risale
okuyarak geçiren siz Şakirt dostlarımın, şu yukarda alıntıladığım
satırları dönüp dönüp okurken ne anladığınızı bilemiyorum. Bildiğim
şey: 1.
Said Nursi’nin kendi hatalarını bile savunmayıp, görüşlerinin eleştirilmesini
ve ayıklanmasını bir vasiyet gibi şakirtlerine takdim ederken; onun Şakirtleri
arasında hâlâ “Demirel’i geçmişte
desteklemekle hata etmedik” diyenlerin bulunmasının esef verici
olduğudur. 2.Üstad’ın
hayatında bile kesip attığı’ bir “Eski Said” var; kendini ona
nisbet eden Nur Şakirtleri’nin, hayatlarındaki daha kötü
“eski”leri atmaları gerektiğidir. 3.
Demirel’i tüm olan bitene rağmen savunurken, Fazilet ve Erbakan hakkında
kendini açıkça hissettiren dinmez öfkenin, ‘mü’minler
kardeştir’ düsturu içerisinde yapılmış bir eleştiriden öte,
daha derin bir ‘iç rahatsızlığının’ kokusunu taşıdığıdır. 4.
“Malum süreçte ne yaptığım” sorusunun düpedüz bir polemik olduğudur.
Merak buyurmasınlar diye ilave edeyim: Malum süreçte sekiz dava açılmıştır.
Beşi halledilmiş, üçü de halledilmeyi beklemektedir evelallah. 5.
Yok ama, varsa hakkım, benden yana helal olsun.
(
29 Mayıs 2000 )
|