Gidene
bakın, neyin kalıcı olduğunu anlarsınız! |
İnsana yapılan yatırıma “peygamber yatırımı” diyorum. Çünkü peygamberlerin tek yatırım aracı vardı: İnsan... Onlar yatırımlarını insana yapardı. Bu yüzdendir ki Nuh Tufanı’ndan kurtarılacaklar listesinin başında kendilerine yatırım yapılan insanlar gelmekteydi. Musa peygamberin yaşadıkları, yatırım yapılmayan insanlardan hayır gelmeyeceğinin en tipik göstergesiydi. Müslüman İsrailoğulları’nın Yahudileşme süreci Kur’an’ın çeşitli surelerinde ölümsüzleştirilerek, bu hakikat Ümmet-i Muhammed’e bir ibret vesikası olarak sunuluyordu. Ataları Hz. İbrahim’den beri hep tek Allah’a inanmış olan İsrailoğulları, Hz. Musa öncülüğünde Firavunun zulmünden kurtarılmış, çeşitli mucizelere şahit olmuşlardı. Fakat Hz. Musa’nın aralarından ayrıldığı ilk fırsatta, düşmanları olan Firavun toplumunun tanrılarından birini temsil eden bir buzağı heykeli yaparak tapmaktan geri durmadılar. İşte
bu imanı kurtlu nesildi “Bize
Allah’ı açıkça göstermedikçe sana asla inanmayacağız!”
diyenler... Men ve selvaya şükredecekleri yerde soğan sarımsak
isteyenler... Özgürlüğü mercimek ve baklayla takas etmek
isteyenler... Heykelini yüreklerine diktikleri düşman Mısır’ın
tanrılarından “Hotor”u simgeleyen ineği kurban etmeleri emredilince
“Yaşı kaç olsun? Rengi nasıl
olsun? Çifte koşulmuş mu olsun, koşulmamış mı?..” diye işi
sulandırmaya ve savsaklamaya çalışanlar... Özgürlükleri için bedel
ödemeleri istenince “Sen ve
Rabb’in gidip savaşın, biz burada sizi bekliyoruz!” diyecek
kadar yüzsüzleşenler. Musa
peygamber, bu kimliksiz ve kişiliksiz nesille hiçbir şey yapılamayacağına
iyice kani olunca, iki kişi hariç top yekun kırılıncaya kadar onları
Sina çölünde âvâre kasnak gibi döndürdü. Aslında Hz. Musa bu
zaman zarfında iki şeyi bekledi: Birincisi, bu imanı hastalıklı
neslin ölmesini; ikincisi, üzerine yatırım yaptığı yepyeni bir
neslin yetişmesini. İşte büyük ata İbrahim’in yurdunu tekrar
fethederek, o topraklarda bir tevhid medeniyeti kuran bu nesildi... Hz.
İsa, cehalet karanlığında yüzen çağdaşları için “Eğer
azab edeceksen, şu bir gerçek ki onlar Senin kulların; ama eğer
affedersen (sana bu yaraşır); çünkü Sen azizsin, hakimsin!”
(5.118) diye dua ederken, sanırım yatırım hammaddesi olan “insanı”
kayırıyordu... Uhud’da ellerini açıp “İlahi!
Onları affet, onlara hidayet et! Çünkü onlar bilmiyorlar!”
derken, sanırım İsa peygamberle aynı endişeyi taşıyordu... Hepsi
de yatırım aracı olarak insanı gördüler ve geriye miras olarak altın
ve gümüş, menkul ve gayr-ı menkul değil “insan” bıraktılar. Diyanet
Vakfı’nın İhlas Finans’ta bilmem kaç milyon doları batmış... Batmış
mı, batmamış mı bilemem! Fakat, bildiğim tek şey bir vakfın aç gözlü
adamlar gibi servet yığamayacağıdır. Ellerine geçeni insana yatırması
gerektiğidir. Eğer vakıf insanlar yetiştiremiyorsa, görkemli
binalarla, şişkin hesaplarla varılabilecek noktanın ancak bu nokta
olacağıdır. Avukat
bir dostum, “Allah, dininin sırtına
sülük gibi yapışanları temizliyor” gibi sert bir yargıda
bulundu. Anlattığına göre, yargısında haksız sayılmazdı. Bu
günlerde, buluntu bir para olayı için yardımı istenmiş ve karşısına
çıka çıka geçmişte kendisine karşı dava açtığı bir gönüllü
teşekkül yöneticisi çıkmıştı. Onu hiç de iyi hatırlamıyordu.
Naklettiğine göre, yıllar önce, yüzyıla damgasını vurmuş adı-sanı
çok meşhur bir din büyüğünün hayattaki tek varisi, kendisine başvurmuştu.
Bu kişi, merhum amcası hayattayken, kendi kesesinden bastırdığı özel
bir hatla yazılmış Kur’an’ı Kerim’in basım hakkının yasal
varisiydi. Fakat alakasız kişiler “Peygamberler miras bırakmaz”
ilkesini istismar ederek, kendi üstatlarının da peygamber varisi olduğu
şeklinde akıl yürüterek, varisin şer’î hakkına el koymuşlardı. Feleğin
çemberinden geçmiş tecrübeli avukat “Gözlerimin önünde hazineye
irad kaydedilen para işte o haksızca elde edilen paranın bir kısmıydı”
diyor ve derin bir iç geçiriyordu. Önce
insan, sonra insan, sonra yine insan... Evet,
aklımızı başımıza toplamanın tam zamanı. Yatırımını insana
yapanların yatırımlarına hiçbir şey olmadı. Eğer ‘adam gibi’
yapılmışsa, onlar orada, öylece duruyorlar ve fonksiyonlarını icra
ediyorlar. Fakat yatırımlarını insan yerine taşa, toprağa yatıranlar
şimdilerde kara kara düşünüyorlar. Doğru;
insana yatırım yapmak, yatırımların en zoru. Taş, toprak gibi uslu
ve uysal değil ki insan!.. Bilgi ister, birikim ister, bilinç ister,
yetenek ister, çaba ister, ilgi ister, sistem ister, akıl ister, fehm
ister, yürek ister, aşk ister... Banka hesapları, görkemli binalar,
hele kıymetini bekleyen arsalar bunları istemez... İnsan
aceleci varlıktır. Ektiği fidanın meyvesini yemek ister. İnsana yatırım
böyle değil. En azından kurdelesi yok ki kesesin. İnsan yetiştirenler
kurdele kesmenin tadımlık hazzına, insan yetiştirmenin kimi zaman
ihanete varan riskini tercih etmişlerdir. Binlerce insanın alın terini, umudunu ve Allah korkusunu kanı donduran bir pişkinlikle istismar eden ‘ihlas’lı kervanların yola çıkışındaki yamukluğu düşünelim bir! Aldatmanın en çirkini insanları Allah’la aldatmak değil de nedir? Ve yatırımın insana yapılmadığı yerlerde sermaye kediye yüklenmiş değil midir? İşte bu nedenle yıllardır “yürek devleti” dedik ve işgalin başladığı yerin yürekler olduğunu söyledik. Yüreklerine zincir geçirilmiş bireylerin bileklerinde kelepçe, ayaklarında pranga, boyunlarında bukağı olmasa da köle ve esir ruhlu olacaklarını dile getirdik. İşte
bunun için toprak değil “yürek
fethi”nin birinci öncelikli olduğunu söylemekten dilimizde tüy
bitti. Geldiğimiz nokta ortada! İnsanı harcayarak elde edilecek hiçbir
kalıcı başarının olmadığı bir kez daha acı bir biçimde görüldü.
“Yeter ki partim yaşasın!”
diye insanını partisine feda edenlerin ellerinde ne partileri ne
insanları kaldı. “Yeter ki
cemaatim, grubum, tarikatım yaşasın!” diye insan harcayanlar,
sonunda ikisini birden kaybettiler. “Yeter
ki gazetem, dergim, okulum, kursum, yurdum, vakfım, şirketim, holdingim!”
yaşasın diye bozuk para gibi kendi insanını, ilkelerini, ideallerini
feda edenler, sonunda insansız ve imkansız kalmakla cezalandırılacaklardır,
yasa bu!.. Ama,
cüz’î şerle küllî hayır murat olunduğuna inanıyorum. Yeter ki
ibret almasını bilelim.
|