Kazananlar ve kaybedenler
Düşmanlarının kendisine ölümle eş anlamlı hale getirdiğiMekke’sine, ordusunun başında muzaffer bir komutan olarak geri dönen Hz.Peygamber, başı devesinin hörgücüne değecek kadar eğik, engin bir mahviyetiçerisinde, buğulu gözlerle giriyordu Mekke’ye. Çünkü, ondan bunu herşeyiniborçlu olduğu Rabb’i istemişti:

“Allah’ın yardımı gelip zafer gerçekleştiğinde
İnsanların kitle halinde Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde;
Rabbinin sonsuz şanını yücelt, O’na hamdet ve O’ndanaf dile: Çünkü O, her daim tevbeleri kabul edendir.” (110:1-3)

Kazanç ve kayıp nedir? Kazanan kimdir, kazanılan ne?Dışından bakınca “kazanmış” gibi duranlar, içinden bakınca “kaybetmiş”olamazlar mı? Yine dışından bakınca “kaybetmiş” gibi gözükenler, derunundanbakınca “kazanmış” olamazlar mı?

Mikro plandan bakınca “kazanç” gibi görünen şey, makroplandan bakınca pekala kayıp olabilir. “Buradan” bakınca başarı gibi görünenşey, “öteden” bakınca serapa başarısızlık sayılabilir. Ârifler, bir nimetverilince, kaygılı bir bekleyiş içine girerlermiş “bakalım arkasından hangidert gelecek” diye; bir musibet de verilince, içten içe meraklı bir sevinçduyarlarmış “bakalım bu derdin ardında hangi ödül bekliyor” diye.

Bu gerçeği bilenlerin hayatını konjonktür belirlemez.Dışarıda hava ne olursa olsun, onların ruh iklimi belli bir dereceyi korur.Umutları pamuk ipliğine bağlı değildir ki, en ufak bir zorlamada kırılsın;inançları eğreti değildir ki, hafif bir sallantıda yıkılsın. İşte onuniçin, 

Yunus’layın derler ki:

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Siyaset ulvî bir sanattır

Siyaset ulvî bir sanattır. Eğer siyaset özünde kötü olsaydı,Allah’ın siyaseti olmazdı. Fakat her ulvî şeyin kalpazanı olduğu gibi siyasetinde kalpazanları çıkacaktır. Elbette, hiçbir değerin kıymet ölçüsü, o değerinistismarcısı olamaz. Peygamberlik kurumunu Müseylime’ye bakıp değerlendirmekne kadar yanlışsa, siyaset kalpazanlarına bakıp “siyaset”e kıymet biçmeyekalkmak da aynı şeydir.

Ne ki, bir değerin istismar edilmesi, o değeri temsiliddiasında olanların “temsil kabiliyetindeki” zaafa delalet eder. Her türkalpazanlığı doğuran sebeplerin başında arz-talep dengesinin “arz” aleyhinebozulması gelir. Eğer “arz”, “talebi” karşılayamıyorsa, bu aradaki açığıdolduran birileri elbette çıkacaktır; tabi ki sahtesiyle...

İmam Azam’ın bir numaralı talebesi İmam Ebu Yusuf’a sormuşlar:“Hocanın ölümü pahasına kabul etmemekte sonuna kadar direnip can verdiğibaş yargıçlık görevini sen niçin kabul ettin?” diye. Cevabı şöyle olmuş:“Hocam, görevi kendisi kabul etmediğinde, o göreve getirilecek olanlarınyine ehliyet ve liyakat sahibi kimseler olduğundan emindi. Fakat benimzamanıma gelince iş tamamen değişti. Eğer bu görevi ben kabul etmeseydim,ilmin namusunu satacak olan şarlatanlar sırada bekliyordu.”

Ne Ebu Hanife gibi, Emevi iktidarının zulümlerini kendivarlığıyla meşrulaştırmamak için, Emevi Valisi İbn Hübeyre’nin dayanılmaztehditlerine karşı “Vallahi, eğer benden Vasıt mescidinin kapılarını saymamıistese, şu ırmakta boğulmaya razı olurum da ona dahi razı olmam” diyecekkadar yiğit hoca, ne de Ebu Yusuf gibi kendisini baş yargıçlığa taşıyaniktidarın zirvesinde oturan Ebu Cafer Mansur’un aleyhine birkaç kez hükümverecek kadar adil talebe var. Müslümanlar, destekledikleri siyasilerdenbunları beklemeyecek kadar gerçekçidirler; onların beklentisi, kendilerinitemsil iddiasıyla ortaya çıkanların, temsil ettikleri kitlelerin boyunlarınıbükecek, onurlarını iki paralık edecek tavırlardan uzak durmalarıdır.

Yeniden “bismillah”

Siyaset, bir misyon uğruna yapılır. Misyonu olmayanlar,siyaseti kişisel ve zümrevi çıkarlarına kaldıraç olarak kullanan tezgahtarlardır.Bir misyon uğruna siyasete soyunanlar, siyasete atıldıkları yapı misyonunukaybedince çekilmeyi de bilmelidirler.
Yine bilmelidirler ki, Allah’tan başkasından korkanlariki kez cezalandırılırlar:

1 O korkunun kendisi zaten bir cezadır.
2 Korktukları başlarına gelir.

Bu söylediğime delil isteyenler, kalplerindeki Allahkorkusunu 28 Şubatçıların korkusuyla takas edenlere sorsunlar.

Yeniden “bismillah” demenin tam zamanı. Ama besmele çekmeninne anlama geldiğini hatırdan çıkarmadan. Neydi o anlam:

1 Ne yaptığımın bilincindeyim.
2 Yaptığım işi ne adına yaptığımın bilincindeyim.
3 Geldiğim noktaya kimin sayesinde geldiğimin bilincindeyim.
4 O’nun sayesinde başladığım bu işi başarıyla tamamlamamiçin O’nun yardımına muhtaç olduğumun da bilincindeyim.
5 Her şey için tüm “teşekkürüm” O’nadır.
6 Hayatımda O’nsuz bir alan ve O’nsuz ve O’na rağmenbir başarı tasavvur edemiyorum.

O halde, haydi bakalım:
“Bismillahirrahmanirrahim!”

( 19 Nisan 1999 )