Kazananlar ve kaybedenler |
Düşmanlarının kendisine ölümle eş
anlamlı hale getirdiğiMekke’sine, ordusunun başında muzaffer bir
komutan olarak geri dönen Hz.Peygamber, başı devesinin hörgücüne değecek
kadar eğik, engin bir mahviyetiçerisinde, buğulu gözlerle giriyordu
Mekke’ye. Çünkü, ondan bunu herşeyiniborçlu olduğu Rabb’i istemişti: “Allah’ın yardımı gelip zafer gerçekleştiğinde Kazanç ve kayıp nedir? Kazanan kimdir,
kazanılan ne?Dışından bakınca “kazanmış” gibi duranlar, içinden
bakınca “kaybetmiş”olamazlar mı? Yine dışından bakınca
“kaybetmiş” gibi gözükenler, derunundanbakınca “kazanmış”
olamazlar mı? Mikro plandan bakınca “kazanç” gibi görünen
şey, makroplandan bakınca pekala kayıp olabilir. “Buradan” bakınca
başarı gibi görünenşey, “öteden” bakınca serapa başarısızlık
sayılabilir. Ârifler, bir nimetverilince, kaygılı bir bekleyiş içine
girerlermiş “bakalım arkasından hangidert gelecek” diye; bir
musibet de verilince, içten içe meraklı bir sevinçduyarlarmış
“bakalım bu derdin ardında hangi ödül bekliyor” diye. Bu gerçeği bilenlerin hayatını konjonktür belirlemez.Dışarıda hava ne olursa olsun, onların ruh iklimi belli bir dereceyi korur.Umutları pamuk ipliğine bağlı değildir ki, en ufak bir zorlamada kırılsın;inançları eğreti değildir ki, hafif bir sallantıda yıkılsın. İşte onuniçin, Yunus’layın derler ki: Ne varlığa sevinirim Siyaset ulvî bir sanattır Siyaset ulvî bir sanattır. Eğer siyaset
özünde kötü olsaydı,Allah’ın siyaseti olmazdı. Fakat her ulvî şeyin
kalpazanı olduğu gibi siyasetinde kalpazanları çıkacaktır. Elbette,
hiçbir değerin kıymet ölçüsü, o değerinistismarcısı olamaz.
Peygamberlik kurumunu Müseylime’ye bakıp değerlendirmekne kadar yanlışsa,
siyaset kalpazanlarına bakıp “siyaset”e kıymet biçmeyekalkmak da
aynı şeydir. Ne ki, bir değerin istismar edilmesi, o değeri
temsiliddiasında olanların “temsil kabiliyetindeki” zaafa delalet
eder. Her türkalpazanlığı doğuran sebeplerin başında arz-talep
dengesinin “arz” aleyhinebozulması gelir. Eğer “arz”,
“talebi” karşılayamıyorsa, bu aradaki açığıdolduran birileri
elbette çıkacaktır; tabi ki sahtesiyle... İmam Azam’ın bir numaralı talebesi İmam
Ebu Yusuf’a sormuşlar:“Hocanın ölümü pahasına kabul etmemekte
sonuna kadar direnip can verdiğibaş yargıçlık görevini sen niçin
kabul ettin?” diye. Cevabı şöyle olmuş:“Hocam, görevi kendisi
kabul etmediğinde, o göreve getirilecek olanlarınyine ehliyet ve
liyakat sahibi kimseler olduğundan emindi. Fakat benimzamanıma gelince iş
tamamen değişti. Eğer bu görevi ben kabul etmeseydim,ilmin namusunu
satacak olan şarlatanlar sırada bekliyordu.” Ne Ebu Hanife gibi, Emevi iktidarının zulümlerini kendivarlığıyla meşrulaştırmamak için, Emevi Valisi İbn Hübeyre’nin dayanılmaztehditlerine karşı “Vallahi, eğer benden Vasıt mescidinin kapılarını saymamıistese, şu ırmakta boğulmaya razı olurum da ona dahi razı olmam” diyecekkadar yiğit hoca, ne de Ebu Yusuf gibi kendisini baş yargıçlığa taşıyaniktidarın zirvesinde oturan Ebu Cafer Mansur’un aleyhine birkaç kez hükümverecek kadar adil talebe var. Müslümanlar, destekledikleri siyasilerdenbunları beklemeyecek kadar gerçekçidirler; onların beklentisi, kendilerinitemsil iddiasıyla ortaya çıkanların, temsil ettikleri kitlelerin boyunlarınıbükecek, onurlarını iki paralık edecek tavırlardan uzak durmalarıdır. Yeniden “bismillah” Siyaset, bir misyon uğruna yapılır.
Misyonu olmayanlar,siyaseti kişisel ve zümrevi çıkarlarına kaldıraç
olarak kullanan tezgahtarlardır.Bir misyon uğruna siyasete soyunanlar,
siyasete atıldıkları yapı misyonunukaybedince çekilmeyi de
bilmelidirler. 1 O korkunun kendisi zaten bir cezadır. Bu söylediğime delil isteyenler,
kalplerindeki Allahkorkusunu 28 Şubatçıların korkusuyla takas edenlere
sorsunlar. Yeniden “bismillah” demenin tam zamanı.
Ama besmele çekmeninne anlama geldiğini hatırdan çıkarmadan. Neydi o
anlam: 1 Ne yaptığımın bilincindeyim. O halde, haydi bakalım: ( 19 Nisan 1999 ) |