Siz mazlumun hangi türündensiniz ?
Bir "korku krallığı" oluşturup, iktidarlarını etrafa korku salarak 
sürdürenlerin savunulacak hiç bir yanı yok. Onlar, korkunun 
ekmeğini yiyerek bu günlere geldiler ve bundan böyle de korkudan 
beslenmeğe devam edecek gibi görünüyorlar. Onların işi 
korkutmak. Ne kadar korkuturlarsa, gayrı meşru varlıklarını o 
kadar sürdüreceklerini iyi biliyorlar. 

Peki, ya korkanlara ne demeli? Aslında, kanla beslenen malum 
mahluk gib, korkuyla beslenen Korku Krallığını ayakta tutma 
suçuna, "korkutanlar" kadar "korkanlar"da ortak değiller mi? 

Evet, ortaklar; hem de en az "korkutanlar" kadar! Çünkü, onların 
korkuları, korkuyla beslenenleri cesaretlendiriyor. Onların, "Ellerine 
vur ekmeklerini al, enselerine vur lokmalarını al!" kanaatlerini 
güçlendiriyor. Hatta bazı zalime şefkat ve muhabbet gösterisinde 
bulunmaya kadar vardırıyor işi. Canavarın iştahını artırıyorlar; tıpkı 
Said Nursi'nin dediği gibi: "Aç canavara tahabbüb, canavarın 
iştahını artırır." 

Korkakların mazlumiyeti, savunulacak bir mazlumiyet değildir; 
mazereti korku olan bir mazlumiyet, sahibini sadece "mağdur" 
etmekle kalmaz, aynı zamanda "onursuz" da eder. Onun içindir ki, 
bu tür bir mazlumiyeti, hiç kimse mazur görmez. Allah da mazur 
görmez. 

Kur'an'da üç tür "mustaz'af'tan (ezilen, mazlum) söz edilir. 
Bunlardan biri çocuklar, sahipsiz kadınlar ve güçsüz/yaşlı 
erkeklerdir; ki bunlar, mazlumiyetlerinde mazurdurlar. (4:98) 
İkincisi, hakkını savunduğu halde, kendisinden daha güçlü zalim 
karşısında hakkını koruyamadığı için mazlum olanlar; ki bunlar da, 
zaten haklarını son sınırına kadar savundukları için 
mazlumiyetlerinde mazurdurlar ve onların haklı mücadelelerinde 
eninde sonunda başarıya ulaşacakları müjdelenmektedir. (28:5) 
Üçüncüsü ise, haklarını savunmayan, savunmaya yanaşmayan, 
mazlumiyetlerini zulme gönüllü boyun eğmelerine bir gerekçe olarak 
sunanlar. Kur'an, bu tür "zalime gönüllü koltuk değneği olan" 
mazlumlar için, korkunç bir sonu peşinen haber vermektedir. (4:97) 

Hakkımdan vazgeçmeye razıyım; yeter ki sorumluluğumun gereğini 
yerine getirmekten kurtulayım!.. 

Tek başına haklı olmak yetmiyor; hakkın onurunu ve haklı olmanın 
gururunu taşımak gerekiyor. Söz konusu onuru ve gururu 
taşımayanların çoğunda görülen ortak zaaf, "sorumluluğunun 
bilincinde olmamak" şeklinde tecelli ediyor. 

Sorumluluğunun bilincinde olmayanların, sorumluluklarını yerine 
getirmemeleri bir yere kadar anlaşılabilir bir şey. Ya 
sorumluluğunun bilincinde olduğu halde, sorumluluğunu yerine 
getirmeyenler? İşte onların söyleyebileceği hiçbir şeyleri yok. Fakat 
onlara söylenecek çok şey var. Ne ki, önce onların sorumluluklarını 
yerine getirmekten niçin kaçtıkları iyi anlaşılmalı. 

Sorumluluğunu bildiği halde, hep "insan!" deyince, "Adam!" 
deyince, kendisi ayağa kalkmak yerine arkasına bakanlar, 
kendilerine güven ve saygılarını yitirmekle yüz yüze olanlardır. 
Onlar, sorumluluklarından kaçmak için haklarından peşinen 
vazgeçmeye can atarlar. Hele bunu da, bir fedakarlık gibi takdim 
edip kendi kendilerini tatmin etmeleri yok mu; işte ona diyecek söz 
bulunamaz. 

Sorumluluktan kaçmak için, en doğal ve insani haklarından 
vazgeçmeye hazır olanların yüreklerinin ta derinliklerini yoklayın; 
orada "halkın" ve "haklı olmanın" bedelni ödeme korkusunun 
yattığını görürsünüz. Evet, hakkı savunmak bedel ister. Hem de, 
savunduğunuz "hak" ne kadar yüce ve değerli ise, ödemeniz 
gereken "bedel" de o kadar ağır ve acı olur. 

Haklı olup da, haklarını, ona yaraşır bir bedel ödeyerek savunmayı 
göze almayanlar, kendilerini mağdur eden "mazlumluklarının" yanına 
bir de "zalimliklerini" eklerler; çünkü "hakka" zulmetmişlerdir. 

Bu tip mazlumların, zalimlerini "mazur" gördüklerini ve göstermeye 
çalıştıklarını görürseniz hiç şaşırmayın; onlar kendilerinin "hakka" 
olan zulümlerini örtmek için, zalimlerin kendilerine yaptığı zulümlerin 
üzerini örtmeye, hatta zalimleri "cici" göstermeye dünden razıdırlar. 

Peki, ne yapmalı? 

Benim bu soruya ne cevap vereceğimi, bu satırları takip eden 
herkes bilir: İnsan kumaşının kalitesini artırmalı. Kişinin ameli 
bilgisini aşamaz; kişinin bilgisi bilincini aşamaz; kişinin bilinci, 
inancını aşamaz. Bunlar hep birbirini besleyen unsurlardır. 

Etrafınıza bakınız: Özgüveni olmayan, kendi kendisini "adam" yerine 
koymayan, dolayısıyla sistemin kendisini adam yerine koymayışına 
aldırmayan bir sürü insan göreceksiniz. Bu tiplerin, Firavun'un İnek 
Tanrısı (Hotor)'na aşık olan İsrailoğulları gibi, düşmanına aşık 
olmasını, özgürlüğünü "soğan ve sarımsağa" fade etmesini 
önleyecek hiçbir güç yoktur. 

"Ben kendime zulmettim!", "ben sorumluluğumu yerine 
getirmedim!", "ben hakkımı savunmadım!" diyebilecek bir 
dürüstlüğe sahip olmak dahi, aynada kendi yüzünü çıplak 
seyredecek kadar özgüvene sahip olmaktan geçiyor. 

Umutsuzluğa ve yılgınlığa hiç gerek yok. Tolstoy "İtiraf eden 
kurtulur" diyor; fakat biz itiraf etmekle pek kurtulacağımızı 
sanmıyoruz; fakat itiraf etmeden de hiç kurtulamayacağız. 

O halde, hadi, önce doğruyu itiraf edelim; hem de bir istiğfar bir 
tevbe gibi: 

Biz sorumluluğumuzu yerine getirmedik. 

( 17 Mayıs 1999 )