İnancı olan kuş yerin altında da uçar |
“Eğer gerçekten inanıyorsanız, üstün
gelen siz olursunuz” der Kur’an. Allah ve insanın olduğu yerde çare
ve imkan tükenmez. Allah her zaman ve her yerdedir, insansa sizsiniz. İmanınız
en büyük imkanınızdır. Samimi hiçbir mü’min “İmkanım
yoktu” mazeretinin arkasına sığınamaz. Çünkü iman en büyük
imkandır. Bin imkan bir iman yaratamaz, bir iman bin imkan yaratır. Hz. Peygamber, tevhid mücadelesinin en zor
günlerinde, etrafındaki insanları motive ediyor, onların umut ve
himmetlerini diri tutmalarını istiyor, onları şöyle müjdeliyordu:
“Direnin, Kayser ve Kisra’nın sarayları, nimetlerini ellerinize
sunacak.” Bunu, bir kez Mekke’de, müşriklerin genel boykotu sırasında
herkesin karnına açlıktan taş bağladığı bir zamanda söylüyor,
bir de Hendek Savaşı’nda olmak ya da olmamak mücadelesinin verildiği
bir zamanda. İşin en dikkat çeken tarafı nedir,
biliyor musunuz? Bu insanlar açlıktan sarkmaması için karınlarına taş
bağlarken, Hz. Peygamber’in bu müjdesinin gerçekleşeceği konusunda
en ufak bir tereddüt taşımıyorlar, düz mantığın kabul etmekte
zorlanacağı bu habere kuşkuyla bakmıyorlar. İnanıyorlar ve engin bir sorumluluk
bilinci içerisinde görevlerini yapıyorlar. İlahi senaryoda kendilerine
en uygun rolü seçiyorlar ve onu en güzel bir biçimde oynamaya çalışıyorlar.
Ve insanlık tarihinin şahit olduğu en büyük iman hamlelerinden birini
başlatıyorlar. Hayatları, kendilerinden yüzlerce yıl sonra yaşayacak
olan insanların hayatına örnek ve rehber oluyor, milyonlarca kadın ve
erkeğe ilham veriyor. Her çağda onların rüzgarını gelecek
kuşaklara taşıyan yürekten inanmış kadın ve erkekler çıkıyor ve
onların gök kubbeye bıraktıkları hoş sadaya, kendi “şimdi ve
burada”larından ses katıyorlar; o sayhayı iklimden iklime, çağdan
çağa, gönülden gönüle taşıyorlar. Bunlar, kimi zaman aramızda bir meçhul asker gibi isimsiz, bir denizaltı gibi derinden ve bir dip akıntısı gibi sessizce yaşıyorlar. Onların farkına, ancak çığlık attıkları zaman varabiliyoruz; tabi ki çığlıklarını duyacak yerlerimizi öz ellerimizle hâlâ yok etmemişsek. İşte bunlardan biri de Hüda Kaya. O şimdi içerde Onu uzun zamandan beri tanıyorum; kaç yıldan
beri tanıdığımı hatırlayamayacak kadar uzun. O, genç yaşında beş
çocuğuna hem analık hem de babalık yapmak zorunda kalan “iyilerin
gelini”. O sadece kendi çocuklarının anası-babası
değil, doğuda ya da batıda, gadre ve zulme uğramış müslümanların
bacısı, ablası, anası. Mazlumların yardımına koşan, mağdurların
yaralarını sarmaya çalışan, onların acılarını paylaşan bir şefkat
pınarı. Onu “nimet” ve “ganimet” zamanlarında ortalarda göremezsiniz;
fakat “acı” ve “mihnet” zamanlarında yanınızda buluverirsiniz.
Ben bizzat şahidiyim bunun. İmanının sancısını “yigit”çe çeken
çok kıt insandan, “ricalü’n-nisa”dan biri olan Hüda Kaya, şimdi
içerde. Malatya İnönü Üniversitesi Senatosu’nun aldığı başörtüsü
yasağına karşı meşru tepkisini dile getirdiği için tutuklu. Üstelik
17, 18 ve 19 yaşındaki üç kızıyla birlikte. Hukukun siyasallaştığının yargının
en tepesindekiler tarafından dile getirildiği, yargıçların vicdanlarıyla
cüzdanları arasına sıkıştıklarını yargı kurumu başkanının
itiraf ettiği böylesine olağan dışı bir zamanda, hiçbir insaf ve
vicdan sahibi, Hüda Kaya ve kızlarının çığlığına kulak tıkama lüksüne
sahip değildir. Mazlumların bacısı, şimdi kendisi
mazlum ve mağdur konumunda. O ve onunla birlikte olanların sınavları
başlarına gelen bu hukuk dışı tutukluluk, dışarıda olanların sınavıysa
bizzat onlar. Herkes bir şeyler yapmalı Hüda ve onun
konumunda olanlar için. “Ne yapabilirim ki?” demeyin. Acı çekecek yerlerinizi ellerinizle yok etmemişseniz, bari acı çekin ve hatta ağlayın; şairin dediği gibi: “Ağlayın su yükselsin, belki kurtulur
gemi ( 14 Haziran 1999 ) |