Avrupa İnsan Onuru ve Hakları Derneği (HDR) Başkan Yardımcısı

  1. Giriş
  2. Avrupa’da insan hakları tarihi.
  3. Batının İslam’la tanışması ve Batı’da İslam imajı.
  4. Başörtü sorununun ülkeler bazındaki anayasal durumu ve güncel örnekleri.
  5. Almanya  
  6. Hollanda
  7. İngiltere 
  8. Belçika 
  9. Fransa
  10. Sonuç

Giriş

Batı Avrupa’da müslümanların sosyal hayat­ta, başörtülerinden dolayı karşılaştıkları sorunla­rın aktüel boyutunu ve arka planını irdelemeye gayret sarf edeceğiz. Müslümanların, bölgesel, ülke çapında ve tüm Batı Avrupa’da yüz-yüze ol­dukları, bir insan hakları ihlali olan bu sorunu daha iyi anlayabilmemizi kolaylaştırmak gayesiy­le, güncel örneklerine geçmeden önce Avru­pa’daki imajına kısaca temas etmeyi faydalı bu­luyoruz. Yazının sonunda da sorunla mücadele yöntemlerine dair düşüncelerimizin üst başlıkla­rını vermeye çalışacağız.

Maalesef 21. ci yüzyıla ramak kala insan hak­ları ihlalleri kesintisiz devam ettirilerek insanlar ırk, din, dil, cins... ayrımına tabi tutulmaktalar. İnsanlık ayıbı olarak, bu ayrımcılık bir karabulut gibi, dünyayı, erdemi arayan insanlık ailesine zindan etmeye devam etmekte. Yeryüzünde in­sanların bir kesimi, diğer kesim veya kesimler (güçler) tarafından baskılara, işkencelere, her türlü zulme maruz bırakılmaktalar. Zulme maruz kalan insanların bir yandan hakları ihlal edilir iken diğer yandan da onurları zedelenmekte, ki­şilikleri rencide edilmekte. Ancak mazlumların haklarını ihlal eden, onurlarını zedeleyen müs­tekbirler de yaşamlarına, hiç bir değişiklik olma­dan onursuzca devam etmekteler. Daha da öte­si, geniş halk kitlelerinin onurlarını zedeleyenler, demokrasiden, hümanizmden ve hoşgörüden de dem vurmaktalar.

Günümüz Avrupa’sında milyonlarca insan ır­kından, dininden, kültüründen, renginden... do­layı egemen güçler tarafından rafine edilmiş yöntemlerle asimile edilmeye çalışılmakta. Ba­şörtüsü de bu asimile politikalarından nasibini al­maktadır. Rafine yöntemlerle müslümanları asi­mile politikalarına tabi tutan ülkeler; dünyaya in­san hakları, demokrasi dersleri vermeye kalkan

ve bunun şampiyonluğunu yapmaya çalışan ül­keler. Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Belçika... gibi.

Avrupa’da insan hakları tarihi.

Tüm insanlara din, dil, düşünce... özgürlüğü sağlayan insan hakları olgusu, ilahi dinlerin in­sanlığa sunduğu normlar arasındadır. Batıda, in­san haklarının Tevrat’la başladığına işaret eden­ler vardır. Bu hakların İncil’le başladığını iddia edenler de olmuştur. Fransızlar, insan haklarını J.J. Rousseau ve İhtilal Beyannamelerinden baş­latırlar. Anglo-saksonlar ise filozof Lockeyi ve 1776 Philadelphia (Amerika İnsan Hakları Be­yannamesi) Bildirisinin Rousseau’nun İhtilal Be­yannamelerinden önce olduğuna dikkat çekerler.

İnsan haklarının Batıda gelişmesi XVIII. ve XIX. yüzyıllara tekabül ederler. Bu haklar XVIII ve XIX. yüzyılda ancak Anayasalara girebilmiş­tir.

Bu gün itibariyle yürürlükte olan, İkinci Dün­ya Savaşı’ndan sonra yeniden ele alınan ve “sözde” sağlam teminatlara kavuşturulan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Millet­ler Teşkilatı” (BM)na üye ülkelerin 10. Aralık 1948 tarihinde toplanan Paris Kongresi’nde teşkilata üye 48 devletin oyuyla yürürlüğe kon­muştur.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ko­numuzla ilgili 4 maddesini burada zikretmek ye­rinde olacaktır kanaatindeyim.

Madde 3: Herkesin yaşama ve kişi öz­gürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.

Madde 5: Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ya da ceza uygulanamaz.

Madde 18: Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din ya da inancını değiştirme özgürlüğünü ve din ya da inancını, tek başında ya da topluca ve açık ya da özel olarak öğ­retme, uygulama, ibadet ve gözetim yo­luyla açıklama özgürlüğünü içerir.

Madde 19: Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karış­masız görüş edinme ve herhangi bir yol­dan ve herhangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma öz­gürlüğünü içerir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden başka bir de bölgesel düzeyde Avrupa Konse­yinin 4 Kasım 1950 tarihli ‘İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme”si de mevcuttur. Avrupa Konseyi’ne üye devletler ta­rafından imzalanan bu sözleşmeye kısaca “Avru­pa İnsan Hakları Sözleşmesi” adı verilmiştir. Bu sözleşmenin Evrensel Beyanname den en önemli farklı yanı; sosyal ve ekonomik haklara yer vermemesi, yalnızca klasik haklarla siyasal haklara yer vermiş olması. Bu hakları teminat altına alma girişimi olarak da bir kısım düzenle­meler getirmesi olarak sıralanabilir. Yine ihlal edilen hakları güvence altına almak için de ulus­lararası bir denetim mekanizması, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mah­kemesi ve Bakanlar Komitesi’ne sahiptir.

Avrupa’da, İnsan Hakları Evrensel Beyanna­mesi ve bölgesel olan Avrupa İnsan Hakları Söz­leşmesinin dışında bir de, insan haklarını kıs­men içeren, “Helsinki Nihai Senedi” var. Huku­ki bağlayıcılığı bulunmayan bu senedi 35 ülke imzalamıştır.

Batının İslam’la tanışması ve Batı’da İslam imajı.

Batının İslam’la tanışması müslümanların 710 yılında önce keşiflerle başlattıkları Avrupa (İspanya) seferleri neticesine 715 yılında İspan­ya’nın hemen hemen tüm şehirlerinin fethi aşa­masında gerçekleşti. Ülkede sükunet sağlayan bu fetih, Avrupa’nın, müslümanları askeri boyu­tuyla da olsa yakından tanımasına olanak sağla­mıştır. Ayrıca 652 yılında başlayan 902 yılına kadar devam eden müslümanların Sicilya sefer­leri ve fethi de Batı toplumuyla müslümanların yüz-yüze gelmesine vesile olmuştur. Bu ilk sıcak temas süreci XI. yüzyıldaki Haçlı Seferleri’yle devam eder. Bu yıllara gelinceye kadar Bizans kaynaklarından -çok az sayıda- İslami öğrenen Batı insanında çok yanlış (tahrif edilmiş) bir İslam imajı vardı. Bu imaj Avrupa düşünce tarihi­ne mührünü vurur.

Avrupalının İslam ı yanlış yorumlamasında en büyük yanlışlık. müslümanların Hz. Muhammed’e ibadet eden putperestler oldukları bilgi­sinden kaynaklandı. Bu yanlış bilgi Batı Avrupa toplumlarında telafi edilmiş değil ki, günümüzde müslümanları, Muhammed ‘e tapan anlamına gelen “Muhammedana” diye sıfatlandırmakta­lar.

Ortaçağdan günümüze yansıyan bir başka yanlış anlayış, “İslam eşittir şiddet” dini olduğu-dur. Bu tanımlama Hıristiyanlığın sevgi ve barış İslam’ın şiddet dini olduğu anlayışını toplumun belleklerine kazımıştır. 21. asra ramak kaldığı­mız şu günlerde Batının, Ortaçağ zihniyetini anımsatan bir dizi açıklamaları. bize tahrif edil­miş İslam imajı anlayışının telafi edilmediğini göstermekte. Zira Almanya Federal Anayasayı Koruma Başkanı Peter Frisch’in müslümanları kastederek, “Almanya’nın herhangi bir İslam ül­kesi ile sıkıntıları olursa, ülkenin iç asayiş denge­lerini, gerçekten tehdit edebilecek bir potansiyel bulunmaktadır” beyanatı bunun en bariz örnek­liğini teşkil etmekte.

Ortaçağ Avrupa’sının modern Avrupa’ya yansıyan bir başka yanlış imaj; Hz. Muham­med’in Hz. İsa’nın muarrızdır anlayışı. Aradan asırlar ve çeşitli merhaleler geçmesine rağmen bu anlayışında en azından halk bazında telafi edilmediğini halkla olan diyaloglarımızda müşa­hede etmekteyiz. Batı Avrupa toplumlarında bu yanlış imajın telafi edilememesinde yazılı ve gör­sel medyanın büyük payı bulunmakta. Fransa, Almanya, Belçika... gibi Batı Avrupa ülkelerinde hemen hemen tamamına yakın bir bölümü Ya­hudi sermayesinin tekelinde olan medyanın bu yanlış ve sahih İslam ile çelişkiler içeren İslam’ın geniş halk kitlelerine manupule edilmesinde pa­yı gerçekten büyük olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Filistin’de gasıp İsrail’e karşı başlatı­lan İntifada’yı, Cezayir askerleri cuntasına karşı alınan tavrı, Bosna’da Sırp vahşetine karşı dire­nişi. Almanya. Fransa. Belçika... gibi ülkelerde müslümanların yasalardaki haklarını talepleri hep çarpıtılarak terörist hareketler olarak manu­pule edildi, medyadan toplumlara.

Sovyetler Birlği’nin dağılması ile birlikte, Ba­tı Avrupa’da kapitalist sistemini ayakta tutmaya yarayan sosyalizm tehlikesi de sona erdi. Yeni Dünya Düzeni diye dünyaya manupule edilmeye çalışılan, Batının sömürgeci zihniyetinin değişik bir yansımasından başka hiç bir yeniliği olmayan bu yeni dönemde sosyalizm tehlikesinin yerine yeni bir düşman icat edilmesi gerekiyordu. Bu da bilindiği gibi, İslam dini ve müslümanlar oldu. Anlaşılan o ki Batının İslam’a ve müslümanlara önyargılı ve düşmanca yaklaşımı, 45-50’li yıllar­da Hint alt kıtasından 60’lı yıllardan sonra da Akdenize kıyısı olan ülkelerden çeşitli vesilelerle Batı Avrupa’ya gelen ve yerleşik düzene geçen müslümanlara ve onların şahsında İslam’a karşı devam edecek ve ediyor. Söz konusu durum da İslam imajının müspet yönde telafi edilmesini zorlaştırmakta/zorlaştırıyor. Burada şu noktanın da altını çizmek lazım. 60’lı yıllardan sonra Batı Avrupa’ya çalışmak için gelen Türkiye, Fas, Tu­nus vb. müslüman ülkelerin alt kültürlerinden in­sanların, zaten Batıda var olan olumsuz İslam imajına menfi yönde katkıları olduğunu inkar et­memek gerekir. Geleneksel yerel kültürlerin Ba­tı Avrupa’da din adına -geleneksel yerel kültürle­rin yaşam hakkı olmadığı bu ifadelerden çıkarıl­mamalı- dayatma gayretkeşliği olumsuz imajın tuzu-biberi olmakta.

Batı Avrupa’da yaklaşık 15 milyon nüfusa sahip müslüman azınlığın bir kesimini oluşturan kadınların başörtü sorununun pratik yansımala­rına geçmeden önce, Batının -genel- kadına ba­kışını kısaca bir iki cümleyle özetlemek gerekir­se...

Batı’da, gerek Fransız Devrimi öncesi ve sonrası, gerekse pozitivist temeller üzerine otur­tulan modernizmin hakim olduğu dönemlerde, toplumların kadına bakışında ciddi bir değişiklik yaşanmamış. Yunan ve Roma kültürlerindeki “kadın ikinci sınıf bir varlıktır” anlayışını Hıristi­yanlığın da aynen kabul ettiğini ve Batı toplum­larına hakim bir anlayış olarak günümüze kadar getirdiğini söylememiz, çok abartılı bir iddia ol­mayacaktır. Bu gün hangi tarih kitabını karıştır­sak, kadının Batıda uğradığı haksızlığı, zulmü gözler önüne sermekte. Dün Ortaçağ kiliselerinin ruhban sınıflarının canlı canlı ateşe attığı ka­dın modern Avrupa’nın tüketim kültürünün kur­banı durumunda. Eşitlik söyleminin şampiyonlu­ğunu yapan Almanya’dan, kadının ikinci sınıf bir varlık olduğu anlayışına günümüzden ilginç bir anektod vererek noktalamak istiyorum. Alman­ya’da bir topluluğa hitap edilir iken veya yazış­malarda, şu tabirler kullanılmakta. Damen (ha­nım), Herr (sahip, efendi). Burada ilginç olan er­kekler için sahip, efendi, egemen anlamlarına gelen maskulin (eril) “Herr” kullanılır iken, ka­dınlar için; feminin (dişil) bir hitap tarzı olan “sahibe” anlamına gelen “Herrin” kullanılmıyor.

Başörtü sorununun ülkeler bazındaki anayasal durumu ve güncel örnekleri.

Batı Avrupa devletlerinin tamamının anaya­salarında hukuksal anlamda din özgürlüğü temi­nat altına alınmıştır. Muhtelif dinlere mensup in­sanların bir arada yaşadığı günümüz Batı Avrupa ülkelerinde her dinin kendine özgü ibadet, ayin vb. şeyleri icra edebilecek hukuki hakları bulun­makta. Örgütlenme, neşriyat yapma, mabetler açma, eğitim yapma gibi bir çok haklar yine hu­kuki haklar arasındadır. Bu bağlamda müslüman kadınların, kızların sivil hayatta, okullarda ve iş­yerlerinde başörtüsü takmaları da hukuki hakla­rı arasındadır.

Müslümanlar ve tüm dinlerin özgürce inanç­larını yaşama hakları anayasalarda teminat altı­na alınmıştır derken -ilahi kaynaklı- dinlerin ken­dilerine has hukuki boyutunu kastetmiyoruz. Söz konusu dinlerin hukuki boyutunu yaşamsal­laştırmak, değil Batı Avrupa ülkelerinde, dünya­nın hiç bir ülkesinde sosyalleştirilmesi hakkı ta­nınmıyor. Batı Avrupa ülkelerinde teminat altına alınan haklar; dinlerin, bireysel ve hukuki olma­yan toplumsal boyutudur. Toplu namaz kılma, cami açma, bayram kutlama ... vb. (Söz konusu durumun ayrıntıları bu yazının kasdını aştığın­dan, bu kadar izahla yetinmek istiyorum.)

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız bireysel ve hukuki olmayan toplumsal hakların anayasalar­da teminat altına alınmasına rağmen bazen böl­gesel, bazen de yerel bir kısım sıkıntılar yaşan­makta. Fransa’yı istisna tuttuğumuzda başörtü­sünden kaynaklanan sorunlar daha çok münferit olaylar şeklinde meydana gelmekte.

Şimdi önce hangi alanlarda başörtüsü soru­nu yaşanıyor, o alanları ana başlıklarıyla katego­rize edelim. Batı Avrupa’da yaşanan başörtüsü sorunlarını sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik ha-

yatın şu 4 kategorisinde toplamak mümkün.

• Müslüman kızların, okullarda başörtülü eği­tim alabilme talebi.

• Okullardaki yüzme, spor derslerine, şartla­rın uygunsuzluğundan ötürü bu derslere katılma­ma isteği. Veya şartların müslümanlar için müsa­it hale getirilmesi isteği.

• İşyerlerinde başörtüsüyle çalışma isteği.

• Sosyal yaşamda başörtüsünden dolayı sal­dırıya uğrama veya rencide edilme olarak sırala­nabilir.

4 ana başlıkta toplamaya çalıştığınız direk başörtüsü veya başörtüsünden kaynaklanan so­runlara Almanya’dan başlayarak ülkeler bazında ele almaya ve örneklendirmeye çalışalım.

Almanya

Almanya’da yüzme ve spor derslerine başör­tüsüyle katılmak için şartların uygunluk arz etmediğinden, müslüman talebelerin bu derslerden muaf tutulması isteği şimdiye kadar ülke günde­mini etkileyecek boyutta sorun teşkil etmedi. Bu sorun mahalli bir mesele olarak karşımıza çık­makta. Mahalli olan bu sorun mahkemeye inti­kal etmeden görüşmeler yoluyla çözülebilmekte. Mahkemeye intikal edenler ise gerek Federal Anayasa Mahkemesi’nce gerekse Eyalet Mahke­meleri’nce müslümanların lehine neticelenmek­te. Yeni çıkan sorunlar Federal Anayasa Mahke­mesi’nce verilen karar emsal gösterilerek okul düzleminde çözülebilmekte.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız durumun seyrini güncel bir olayla örneklendirelim. Fereş­ta Ludin 1972 Afganistan doğumlu müslüman bayan bir göçmen. Liseden itibaren eğitimini Almanya’da bitirip öğretmenliğe hak kazandı. 1992 yılında eğitimini bitiren ve öğretmenliğe hak kazanan Ludin’i başvurduğu hiç bir okul ba­şörtülü olduğundan öğretmen kadrosuna alma­dı. Bölgedeki müslümanların ve İnsan Onuru ve Hakları Derneği bölge temsilcilerinin desteğini de alan Fereşta Ludin hukuki yollarla mücadele etmeye karar verir. Ludin hukuk mücadelesine başlamadan önce son bir kez Baden Würten­berg Kültür Bakanı Anette Schavan’a yazılı baş­vuruda bulunur. Kültür Bakaı Schavan Ladin’in müracaatını şu gerekçe ile reddeder: “Bizim okullarımızda öğretimin yanısıra eğitim de veril­mektedir. Örtülü müslüman bir bayan öğretmen hıristiyan temel eğitimine aykırı olduğundan. hı­ristiyan okullarında başörtülü müslüman bir öğ­retmen kabul edemeyiz. Biz çocuklarımızı hıris­tiyan kültürü ile eğitmek istiyoruz.” Ludin aldığı mektuptan sonra Bakan’a cevabi bir mektup da­ha yazar. Mektupta, artık kendisinin yargıya baş­vurmaktan başka bir yolunun kalmadığını ayrıca olayı basın aracılığıyla kamuoyuna duyuracağını bildirir. Bu son yazışmadan sonra Kültür Bakanı Ludin’i hukuki yollara başvurmasına gerek bırakmadan kararından vazgeçer. Kültür Baka­nı’nın bu kararı eyalet. basınında ve kamuoyun­da geniş tepkilere sebep olur. Daha da ileri gidi­lerek Ludin mektup ve telefonlarla tehdit edilir. Tüm bu uğraşılar ve baskılar Fereşte Ladin’i yıl­dıramaz ve mücadelesinden vazgeçiremez. Şim­di Fereşta Ludin başörtülü müslüman bir öğret­men olarak okulda eğitim vermektedir.

Almanya’da yaşanan en ilginç olay, mecburi ders olmayan ve katılma zorunluluğu da bulun­mayan, mecburi ders saatleri dışında verilen Türkçe Kültür derslerinde yaşandı. Güney Al­manya’daki bir Alman okuluna TC. tarafından atanan kemalist olduğunu söyleyen bir öğret­men, Türkiye’deki uygulamayı örnek göstererek başörtülü kızları derslere almadı. Çocuk velileri-ne gönderdiği mektupta da “zır” cahilliğini açıkça ortaya koydu. Bu öğretmen çocuk velilerine gönderdiği mektupta “başörtülü” kızların ve ER­KEKLERİN” okula alınmayacağını yazıyordu.

Almanya’da çok nadiren de olsa, önceleri başı açık olup da daha sonra başörtü takan müs­lümanlar bazı işyerlerinde ve resmi dairelerde sorunlar yaşadılar. Bu sorun bazen çalışma akdinin tek taraflı (işveren) sona erdirilmesi olarak sonuçlandı.

Hollanda

İslam’ın resmi din olarak tanındığı Hollan­da’daki durumu, bu konuda kendisinden bilgi is­tediğimiz İnsan Onuru ve Hakları Derneği kuru­cu üyelerinden H. Kerim Ece’nin bize yazılı ola­rak sunduğu bilgilerden takip edelim.

“Hollanda okullarında, devlet dairelerinde. işyerlerinde başörtülü bayanları görmek müm­kündür. Onların başörtü takmaları ne okulun ge­nel gidişine, ne işyerinin düzenine, ne de iş veri­mine olumsuz etki yapmamaktadır. Hatta müs­lüman öğrenciler, zorunlu olan yüzme derslerine buluğ yaşından sonra isterlerse girmeyebilirler.

Tek tük bazı olayların dışında Hollanda’da başörtü meselesi olmamıştır. Bazı okul yönetici­leri kendi okullarında ikilik meydana getirdiği için başörtülü öğrenci istemediklerini açıkça söy­lediler. Bazı işverenler, başörtülü işçilere çıkış verdiler. Bazı meslek kurslarına başörtüsüz gelin­mesi rica edildi ama bütün bunlar münferit sevi­yede kaldı. İş hukuka aksettiği zaman, inanç öz­gürlüğü hep kazandı. Nitekim başörtü sorun gi­bi göründüğü yerlerde, olay görüşmelerle halle­dildi.

Hollandalı yöneticiler, ülkelerinde böyle so­runların olmasını istemediklerini açıkça ifade et­tiler...

Bildiğimiz kadar Hollanda’da, mahkemeye intikal eden bir başörtü davası olmadı. Yerel dü­zeyde bir takım sorunlar olsa da bunlar fazla bü­yütülmeden çözümlendi.

Herkesin bu konuda hoşgörülü olduğunu söylemek mümkün değil. Müslüman kadınların örtünmesinden rahatsız olan kesimler elbette bulunmaktadır. Ancak iş kanuni bir hak seviyesi­ne gelince, belli dine mensup insanlar, dinlerini yaşama hürriyetine sahipler, diyebiliriz.”

İngiltere

Demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’de müslümanlar din ayrımından şikayetçiler. Yahu­dilerin ve Hıristiyanların sahip oldukları hakların kendilerinden esirgendiğini ileri süren müslü­manlar İngiliz Hükümetlerinin bu ayrımcı tutu­mundan tedirgin olmaktalar.

İngiltere’de nadiren de olsa başörtü sorunu yaşanmakta, Feride Khanun’un uğradığı haksız­lık bunun en çarpıcı örneğini teşkil etmekte. Khanun 21 yaşında Elektrik Mühendisi olarak Luton bölgesinde Vauxhall otomobillerini üreten IBC fabrikasında çalışmaktadır. Hacca gidip gel­dikten sonra başörtü takan Khanun; “başörtüsü makinalara takılabilir” gerekçesiyle işine son ve­rilir. Khanun Sihlerin kendi geleneksel kıyafetle­riyle başlarını örterek çalıştıklarını, bunun tam bir çifte standart olduğunu ve zaten işyerine müslümanların başörtülerine karşı bir önyargı olduğunu açıklayarak, IBC firmasını mahkeme­ye verdi. (Mahkemenin nasıl neticelendiğine da­ir henüz bir bilgiye sahip değiliz.)

Belçika

Göçmen ve yerli müslümanların Belçika’da ki durumunda Almanya ve Hollanda’dan, büyük oranda farlılık görünmemekte. Belçika’da da di­ğer Avrupa ülkelerinde olduğu üzere inanç öz­gürlüğü yasalarla teminat altına alınmıştır. An­cak bu ülkede de başörtü noktasında bir kısım münferit yerel sorunlar yaşanmakta. Meydana gelen bu yerel başörtü sorunları Hollanda örne­ğinde olduğu gibi, mahkemelere intikal ettiğinde müslümanların lehine sonuçlanmakta.

Fransa

Başörtü takıp okula gitmenin en çetin yaşan­dığı Batı Avrupa ülkesi, Fransa’dır. Fransa’da ilk başörtü krizi, 1989 yılında meydana gelir. 89’ yılında üç müslüman kız çocuğu eğitim gördük­leri Creil ortaokuluna bir gün başörtülü olarak gelirler. Bu durum okul idaresinin ve öğretmen­lerin tepkisine neden olur. Okul idaresiyle çocuk velileri arasında bir çözüm bulunamayınca da olay yargıya intikal eder. Creil ortaokulundaki bu durumla ilgili danıştayın verdiği karar şöyledir:

Başörtü takmak ancak özel koşullarda yasakla­nabilir. Bir inancın simgesi olarak propaganda veya güvenlik ve sağlık alanlarında çalışmaya engel görüldüğü durumlarda.

Yargıtayın bu kararı başörtü yasağını sona erdirmez. 1990 yılında Paris’in yakın semtlerin­den olan Monfermeil’deki Jean-Jaures ortaoku­lundan; dinsel, politik, ideolojik nitelikte olan gi­yim veya simgelerine yasak getiren iç tüzük ge­reğince, başörtü takan beş müslüman kız öğren­ci okuldan atılır. Bu olay Fransa gündemine uzun bir zaman hakim olur. Okul idaresi ve ço­cuk velilerince karşılıklı görüşmeler ve hak iddi­aları sonuçta mahkemeye intikal eder ve 2 Ka­sım 1992 yılına dek sürer. Bu tarihte Danıştayın aldığı karar “Öğrencinin özgürlüğünü teminat altına alır. Ancak, aynı karardaki “inanç yayma­ya ret” şerhi bu özgürlüğü sınırlandırır.

89 sonlarında meydana gelen ilk başörtü ya­sağından 92 Kasım’ına kadar olan zaman dili­minde okullarda başörtü takan öğrencilerin sayı­sında hızlı bir artış gözlenir. 89’da 3 sayısıyla ifade edilen okullardaki başörtülü öğrenci sayısı 93 yılına gelindiğinde artık yüz rakamına ulaşmıştır.

93 yılına gelindiğinde başörtü sorununa. yi­ne başörtüden kaynaklanan bir başka sorun da­ha eklenir. 93’lü yıllarda artık öğrenciler başörtü takmakla da yetinmeyip beden eğitimi derslerin­den muaf tutulmalarını gerektiren doktor raporları almaya başladılar. Ayrıca namaz kılmak için yer tahsisi istemiyle okul idarelerine başvurular da sıklaştı.

Yine, 1993 öğretim yılında Nantua’daki Xa­vier-Bichat ortaokulunda Türk ve Faslı dört öğ­renci sınıfa başörtü ile gelirler. Başörtü ile okula gelen öğrenciler beden eğitimi derslerinde de örtülerini çıkarmak istemezler. Bu durum üzeri­ne defalarca bir araya gelip olayı tartışan okul müdürü ve öğrenci velileri arasında bir anlaşma sağlanılamayınca da okul öğretmenlerinin çoğu başörtülü kızlar lehine greve giderler. Bu dört öğrenci velisi sonuçta çocuklarına, mektupla eğitim yaptırmaktan başka bir çare bulamazlar. Böylelikle bir an duruldu gibi görünen kriz iki öğrencinin daha, aynı okula başörtü ile gelme­siyle yeniden patlak verir. Bu iki öğrenci, 4 Ara­lık 1993’te disiplin kurulu kararıyla okuldan uzaklaştırılır. Bu karar 11 Mayı 1994 tarihinde Lyon mahkemesi tarafından onaylanır.

93 yılında, Xavier-Bichat ortaokulunda yaşa­nan bu olayların yanısıra Grenoble’de bir lisede başka bir öğrenci başörtü mücadelesi vermekte­dir. Şehrazat adındaki Fransız öğrenci beden eğitimi derslerine başörtülü katılma isteğinde di­renince 18 Aralıkta liseden atılır. Şehrazat oku­lun önünde kararı protesto eden 22 günlük aç­lık grevi yapar.

Bu her iki olay, 89 Creil olayından sonra ikinci büyük başörtü krizi olarak Fransız tarihine geçer.

Fransa’ya bugün itibarıyla baktığımızda ara­dan geçen bunca zamana rağmen başörtülü öğrencilerin lehine ortada kesin sonuçlar yok. Fransa’da yürürlükte olan Danıştay kararı başörtüye “istisna durumlar hariç” şerhiyle müsaade ediyor. İstisnalar da şu şekilde yorumlanmakta:

Başörtü; cemaat, dinsel, politik, ideolojik nitelikler taşımayacak. Bunların yanısıra öğretmen de önce öğrencinin başörtüyü çıkarması için telkin­de bulunacak, öğrenciyi başörtüyü çıkarmaya ik­na edemezse veya öğrenci başörtüyü çıkarma­makta direnirse, sınıfa alabilecek.

Sonuç

Müslümanların başörtü sorununa dair kale­me aldığımız bu makaleyi olabildiğince kısa tut­maya ve özüne temas etmeye çalıştık. Verdiği­miz güncel örneklerden açıkça anlaşılacaktır ki; müslümanların okullarda ve işyerlerinde başörtü takmaları -Fransa istisna- Batı Avrupa’da yasa­lardaki inanç özgürlüğü çerçevesinde değerlen­dirildiğinde teminat altında olmasına rağmen, sorun yaşanmaktadır. Bu sorunlar kimi zaman yerel, kimi zaman bölgesel, kimi zaman da ülke bazında yaşanmakta.

Almanya’da 2,5 milyon, İngiltere’de 2-2,5 milyon, Fransa’da 2 milyon, Belçika’da 300, Hollanda’da 500 bin nüfusa sahip müslümanla­rın başörtü sorununun kökten çözümü için ön­celikle mücadele verilmesi gereken konuların ana başlıklarını şu şekilde sıralayabiliriz:

• Batı Avrupa’da oluşan menfi İslam imajını müspet yönde telafisi için her türlü çalışma ya­pılmalı...

• Medya’daki İslam düşmanlığının durdurul­ması için mücadele verilmeli...

• Batı Avrupa ülkeleri Anayasalarında var olan hakların yaşama geçirilmesi sağlanmalı ve insan hakları ihlalleri sivil toplum örgütleri aracı­lığıyla takibe alınmalı...

• İslam dininin resmi din olarak tanınmadığı Batı Avrupa ülkelerinde, tanınması noktasında mücadele edilmelidir