Avrupa İnsan Onuru ve Hakları Derneği (HDR) Başkan Yardımcısı
Giriş
Batı Avrupa’da müslümanların sosyal hayatta, başörtülerinden dolayı karşılaştıkları sorunların aktüel boyutunu ve arka planını irdelemeye gayret sarf edeceğiz. Müslümanların, bölgesel, ülke çapında ve tüm Batı Avrupa’da yüz-yüze oldukları, bir insan hakları ihlali olan bu sorunu daha iyi anlayabilmemizi kolaylaştırmak gayesiyle, güncel örneklerine geçmeden önce Avrupa’daki imajına kısaca temas etmeyi faydalı buluyoruz. Yazının sonunda da sorunla mücadele yöntemlerine dair düşüncelerimizin üst başlıklarını vermeye çalışacağız.
Maalesef 21. ci yüzyıla ramak kala
insan hakları ihlalleri kesintisiz devam ettirilerek insanlar ırk, din, dil,
cins... ayrımına tabi tutulmaktalar. İnsanlık ayıbı olarak, bu ayrımcılık
bir karabulut gibi, dünyayı, erdemi arayan insanlık ailesine zindan etmeye
devam etmekte. Yeryüzünde insanların bir kesimi, diğer kesim veya kesimler
(güçler) tarafından baskılara, işkencelere, her türlü zulme maruz bırakılmaktalar.
Zulme maruz kalan insanların bir yandan hakları ihlal edilir iken diğer
yandan da onurları zedelenmekte, kişilikleri rencide edilmekte. Ancak
mazlumların haklarını ihlal eden, onurlarını zedeleyen müstekbirler de
yaşamlarına, hiç bir değişiklik olmadan onursuzca devam etmekteler. Daha
da ötesi, geniş halk kitlelerinin onurlarını zedeleyenler, demokrasiden, hümanizmden
ve hoşgörüden de dem vurmaktalar.
Günümüz Avrupa’sında milyonlarca
insan ırkından, dininden, kültüründen, renginden... dolayı egemen güçler
tarafından rafine edilmiş yöntemlerle asimile edilmeye çalışılmakta. Başörtüsü
de bu asimile politikalarından nasibini almaktadır. Rafine yöntemlerle müslümanları
asimile politikalarına tabi tutan ülkeler; dünyaya insan hakları,
demokrasi dersleri vermeye kalkan
ve bunun şampiyonluğunu yapmaya çalışan
ülkeler. Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Belçika... gibi.
Avrupa’da insan hakları tarihi.
Tüm insanlara din, dil, düşünce...
özgürlüğü sağlayan insan hakları olgusu, ilahi dinlerin insanlığa
sunduğu normlar arasındadır. Batıda, insan haklarının Tevrat’la başladığına
işaret edenler vardır. Bu hakların İncil’le başladığını iddia
edenler de olmuştur. Fransızlar, insan haklarını J.J. Rousseau ve İhtilal
Beyannamelerinden başlatırlar. Anglo-saksonlar ise filozof Lockeyi ve 1776
Philadelphia (Amerika İnsan Hakları Beyannamesi) Bildirisinin Rousseau’nun
İhtilal Beyannamelerinden önce olduğuna dikkat çekerler.
İnsan haklarının Batıda gelişmesi
XVIII. ve XIX. yüzyıllara tekabül ederler. Bu haklar XVIII ve XIX. yüzyılda
ancak Anayasalara girebilmiştir.
Bu gün itibariyle yürürlükte olan,
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden ele alınan ve “sözde” sağlam
teminatlara kavuşturulan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş
Milletler Teşkilatı” (BM)na üye ülkelerin 10. Aralık 1948 tarihinde
toplanan Paris Kongresi’nde teşkilata üye 48 devletin oyuyla yürürlüğe
konmuştur.
İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nin konumuzla ilgili 4 maddesini burada zikretmek yerinde
olacaktır kanaatindeyim.
Madde 3: Herkesin yaşama ve kişi özgürlüğü
ve güvenliğine hakkı vardır.
Madde 5: Hiç kimseye işkence ya da
zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ya da ceza
uygulanamaz.
Madde 18: Herkesin düşünce, vicdan
ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din ya da inancını değiştirme
özgürlüğünü ve din ya da inancını, tek başında ya da topluca ve açık
ya da özel olarak öğretme, uygulama, ibadet ve gözetim yoluyla açıklama
özgürlüğünü içerir.
Madde 19: Herkesin görüş ve anlatım
özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve
herhangi bir yoldan ve herhangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri
arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir.
İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nden başka bir de bölgesel düzeyde Avrupa Konseyinin 4 Kasım
1950 tarihli ‘İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme”si
de mevcuttur. Avrupa Konseyi’ne üye devletler tarafından imzalanan bu sözleşmeye
kısaca “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” adı verilmiştir. Bu sözleşmenin
Evrensel Beyanname den en önemli farklı yanı; sosyal ve ekonomik haklara yer
vermemesi, yalnızca klasik haklarla siyasal haklara yer vermiş olması. Bu
hakları teminat altına alma girişimi olarak da bir kısım düzenlemeler
getirmesi olarak sıralanabilir. Yine ihlal edilen hakları güvence altına
almak için de uluslararası bir denetim mekanizması, Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Bakanlar Komitesi’ne
sahiptir.
Avrupa’da, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi ve bölgesel olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin dışında
bir de, insan haklarını kısmen içeren, “Helsinki Nihai Senedi” var.
Hukuki bağlayıcılığı bulunmayan bu senedi 35 ülke imzalamıştır.
Batının İslam’la tanışması
ve Batı’da İslam imajı.
Batının İslam’la tanışması müslümanların
710 yılında önce keşiflerle başlattıkları Avrupa (İspanya) seferleri
neticesine 715 yılında İspanya’nın hemen hemen tüm şehirlerinin fethi
aşamasında gerçekleşti. Ülkede sükunet sağlayan bu fetih, Avrupa’nın,
müslümanları askeri boyutuyla da olsa yakından tanımasına olanak sağlamıştır.
Ayrıca 652 yılında başlayan 902 yılına kadar devam eden müslümanların
Sicilya seferleri ve fethi de Batı toplumuyla müslümanların yüz-yüze
gelmesine vesile olmuştur. Bu ilk sıcak temas süreci XI. yüzyıldaki Haçlı
Seferleri’yle devam eder. Bu yıllara gelinceye kadar Bizans
Avrupalının İslam ı yanlış
yorumlamasında en büyük yanlışlık. müslümanların Hz. Muhammed’e
ibadet eden putperestler oldukları bilgisinden kaynaklandı. Bu yanlış
bilgi Batı Avrupa toplumlarında telafi edilmiş değil ki, günümüzde müslümanları,
Muhammed ‘e tapan anlamına gelen “Muhammedana” diye sıfatlandırmaktalar.
Ortaçağdan günümüze yansıyan bir
başka yanlış anlayış, “İslam eşittir şiddet” dini olduğu-dur. Bu
tanımlama Hıristiyanlığın sevgi ve barış İslam’ın şiddet dini olduğu
anlayışını toplumun belleklerine kazımıştır. 21. asra ramak kaldığımız
şu günlerde Batının, Ortaçağ zihniyetini anımsatan bir dizi açıklamaları.
bize tahrif edilmiş İslam imajı anlayışının telafi edilmediğini göstermekte.
Zira Almanya Federal Anayasayı Koruma Başkanı Peter Frisch’in müslümanları
kastederek, “Almanya’nın herhangi bir İslam ülkesi ile sıkıntıları
olursa, ülkenin iç asayiş dengelerini, gerçekten tehdit edebilecek bir
potansiyel bulunmaktadır” beyanatı bunun en bariz örnekliğini teşkil
etmekte.
Ortaçağ Avrupa’sının modern
Avrupa’ya yansıyan bir başka yanlış imaj; Hz. Muhammed’in Hz. İsa’nın
muarrızdır anlayışı. Aradan asırlar ve çeşitli merhaleler geçmesine rağmen
bu anlayışında en azından halk bazında telafi edilmediğini halkla olan
diyaloglarımızda müşahede etmekteyiz. Batı Avrupa toplumlarında bu yanlış
imajın telafi edilememesinde yazılı ve görsel medyanın büyük payı
bulunmakta. Fransa, Almanya, Belçika... gibi Batı Avrupa ülkelerinde hemen
hemen tamamına yakın bir bölümü Yahudi sermayesinin tekelinde olan medyanın
bu yanlış ve sahih İslam ile çelişkiler içeren İslam’ın geniş halk
kitlelerine manupule edilmesinde payı gerçekten büyük olmuştur ve olmaya
devam etmektedir. Filistin’de gasıp İsrail’e karşı başlatılan İntifada’yı,
Cezayir askerleri cuntasına karşı alınan tavrı, Bosna’da Sırp vahşetine
karşı direnişi. Almanya. Fransa. Belçika... gibi ülkelerde müslümanların
yasalardaki haklarını talepleri hep çarpıtılarak terörist hareketler
olarak manupule edildi, medyadan toplumlara.
Sovyetler Birlği’nin dağılması
ile birlikte, Batı Avrupa’da kapitalist sistemini ayakta tutmaya yarayan
sosyalizm tehlikesi de sona erdi. Yeni Dünya Düzeni diye dünyaya manupule
edilmeye çalışılan, Batının sömürgeci zihniyetinin değişik bir yansımasından
başka hiç bir yeniliği olmayan bu yeni dönemde sosyalizm tehlikesinin yerine
yeni bir düşman icat edilmesi gerekiyordu. Bu da bilindiği gibi, İslam dini
ve müslümanlar oldu. Anlaşılan o ki Batının İslam’a ve müslümanlara
önyargılı ve düşmanca yaklaşımı, 45-50’li yıllarda Hint alt kıtasından
60’lı yıllardan sonra da Akdenize kıyısı olan ülkelerden çeşitli
vesilelerle Batı Avrupa’ya gelen ve yerleşik düzene geçen müslümanlara
ve onların şahsında İslam’a karşı devam edecek ve ediyor. Söz konusu
durum da İslam imajının müspet yönde telafi edilmesini zorlaştırmakta/zorlaştırıyor.
Burada şu noktanın da altını çizmek lazım. 60’lı yıllardan sonra Batı
Avrupa’ya çalışmak için gelen Türkiye, Fas, Tunus vb. müslüman ülkelerin
alt kültürlerinden insanların, zaten Batıda var olan olumsuz İslam imajına
menfi yönde katkıları olduğunu inkar etmemek gerekir. Geleneksel yerel kültürlerin
Batı Avrupa’da din adına -geleneksel yerel kültürlerin yaşam hakkı
olmadığı bu ifadelerden çıkarılmamalı- dayatma gayretkeşliği olumsuz
imajın tuzu-biberi olmakta.
Batı Avrupa’da yaklaşık 15 milyon
nüfusa sahip müslüman azınlığın bir kesimini oluşturan kadınların başörtü
sorununun pratik yansımalarına geçmeden önce, Batının -genel- kadına bakışını
kısaca bir iki cümleyle özetlemek gerekirse...
Batı’da, gerek Fransız Devrimi öncesi
ve sonrası, gerekse pozitivist temeller üzerine oturtulan modernizmin hakim
olduğu dönemlerde, toplumların kadına bakışında ciddi bir değişiklik yaşanmamış.
Yunan ve Roma kültürlerindeki “kadın ikinci sınıf bir varlıktır”
anlayışını Hıristiyanlığın da aynen kabul ettiğini ve Batı toplumlarına
hakim bir anlayış olarak günümüze kadar getirdiğini söylememiz, çok
abartılı bir iddia olmayacaktır. Bu gün hangi tarih kitabını karıştırsak,
kadının Batıda uğradığı haksızlığı, zulmü gözler önüne sermekte.
Dün Ortaçağ kiliselerinin ruhban sınıflarının canlı canlı ateşe attığı
kadın modern Avrupa’nın tüketim kültürünün kurbanı durumunda. Eşitlik
söyleminin şampiyonluğunu yapan Almanya’dan, kadının ikinci sınıf bir
varlık olduğu anlayışına günümüzden ilginç bir anektod vererek
noktalamak istiyorum. Almanya’da bir topluluğa hitap edilir iken veya yazışmalarda,
şu tabirler kullanılmakta. Damen (hanım), Herr (sahip, efendi). Burada
ilginç olan erkekler için sahip, efendi, egemen anlamlarına gelen maskulin
(eril) “Herr” kullanılır iken, kadınlar için; feminin (dişil) bir
hitap tarzı olan “sahibe” anlamına gelen “Herrin” kullanılmıyor.
Başörtü sorununun ülkeler bazındaki
anayasal durumu ve güncel örnekleri.
Batı Avrupa devletlerinin tamamının
anayasalarında hukuksal anlamda din özgürlüğü teminat altına alınmıştır.
Muhtelif dinlere mensup insanların bir arada yaşadığı günümüz Batı
Avrupa ülkelerinde her dinin kendine özgü ibadet, ayin vb. şeyleri icra
edebilecek hukuki hakları bulunmakta. Örgütlenme, neşriyat yapma, mabetler
açma, eğitim yapma gibi bir çok haklar yine hukuki haklar arasındadır. Bu
bağlamda müslüman kadınların, kızların sivil hayatta, okullarda ve işyerlerinde
başörtüsü takmaları da hukuki hakları arasındadır.
Müslümanlar ve tüm dinlerin özgürce
inançlarını yaşama hakları anayasalarda teminat altına alınmıştır
derken -ilahi kaynaklı- dinlerin kendilerine has hukuki boyutunu
kastetmiyoruz. Söz konusu dinlerin hukuki boyutunu yaşamsallaştırmak, değil
Batı Avrupa ülkelerinde, dünyanın hiç bir ülkesinde sosyalleştirilmesi
hakkı tanınmıyor. Batı Avrupa ülkelerinde teminat altına alınan haklar;
dinlerin, bireysel ve hukuki olmayan toplumsal boyutudur. Toplu namaz kılma,
cami açma, bayram kutlama ... vb. (Söz konusu durumun ayrıntıları bu yazının
kasdını aştığından, bu kadar izahla yetinmek istiyorum.)
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız
bireysel ve hukuki olmayan toplumsal hakların anayasalarda teminat altına alınmasına
rağmen bazen bölgesel, bazen de yerel bir kısım sıkıntılar yaşanmakta.
Fransa’yı istisna tuttuğumuzda başörtüsünden kaynaklanan sorunlar daha
çok münferit olaylar şeklinde meydana gelmekte.
Şimdi önce hangi alanlarda başörtüsü
sorunu yaşanıyor, o alanları ana başlıklarıyla kategorize edelim. Batı
Avrupa’da yaşanan başörtüsü sorunlarını sosyal, siyasi, kültürel,
ekonomik ha-
yatın şu 4 kategorisinde toplamak mümkün.
• Müslüman kızların, okullarda başörtülü
eğitim alabilme talebi.
• Okullardaki yüzme, spor
derslerine, şartların uygunsuzluğundan ötürü bu derslere katılmama
isteği. Veya şartların müslümanlar için müsait hale getirilmesi isteği.
• İşyerlerinde başörtüsüyle çalışma
isteği.
• Sosyal yaşamda başörtüsünden
dolayı saldırıya uğrama veya rencide edilme olarak sıralanabilir.
4 ana başlıkta toplamaya çalıştığınız
direk başörtüsü veya başörtüsünden kaynaklanan sorunlara Almanya’dan
başlayarak ülkeler bazında ele almaya ve örneklendirmeye çalışalım.
Almanya
Almanya’da yüzme ve spor derslerine
başörtüsüyle katılmak için şartların uygunluk arz etmediğinden, müslüman
talebelerin bu derslerden muaf tutulması isteği şimdiye kadar ülke gündemini
etkileyecek boyutta sorun teşkil etmedi. Bu sorun mahalli bir mesele olarak karşımıza
çıkmakta. Mahalli olan bu sorun mahkemeye intikal etmeden görüşmeler
yoluyla çözülebilmekte. Mahkemeye intikal edenler ise gerek Federal Anayasa
Mahkemesi’nce gerekse Eyalet Mahkemeleri’nce müslümanların lehine
neticelenmekte. Yeni çıkan sorunlar Federal Anayasa Mahkemesi’nce
verilen karar emsal gösterilerek okul düzleminde çözülebilmekte.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız
durumun seyrini güncel bir olayla örneklendirelim. Fereşta Ludin 1972
Afganistan doğumlu müslüman bayan bir göçmen. Liseden itibaren eğitimini
Almanya’da bitirip öğretmenliğe hak kazandı. 1992 yılında eğitimini
bitiren ve öğretmenliğe hak kazanan Ludin’i başvurduğu hiç bir okul başörtülü
olduğundan öğretmen kadrosuna almadı. Bölgedeki müslümanların ve İnsan
Onuru ve Hakları Derneği bölge temsilcilerinin desteğini de alan Fereşta
Ludin hukuki yollarla mücadele etmeye karar verir. Ludin hukuk mücadelesine başlamadan
önce son bir kez Baden Würtenberg Kültür Bakanı Anette Schavan’a yazılı
başvuruda bulunur. Kültür Bakaı Schavan Ladin’in müracaatını şu
gerekçe ile reddeder: “Bizim okullarımızda öğretimin yanısıra eğitim
de verilmektedir. Örtülü müslüman bir bayan öğretmen
Almanya’da yaşanan en ilginç olay,
mecburi ders olmayan ve katılma zorunluluğu da bulunmayan, mecburi ders
saatleri dışında verilen Türkçe Kültür derslerinde yaşandı. Güney Almanya’daki
bir Alman okuluna TC. tarafından atanan kemalist olduğunu söyleyen bir öğretmen,
Türkiye’deki uygulamayı örnek göstererek başörtülü kızları derslere
almadı. Çocuk velileri-ne gönderdiği mektupta da “zır” cahilliğini açıkça
ortaya koydu. Bu öğretmen çocuk velilerine gönderdiği mektupta “başörtülü”
kızların ve ERKEKLERİN” okula alınmayacağını yazıyordu.
Almanya’da çok nadiren de olsa, önceleri
başı açık olup da daha sonra başörtü takan müslümanlar bazı işyerlerinde
ve resmi dairelerde sorunlar yaşadılar. Bu sorun bazen çalışma akdinin tek
taraflı (işveren) sona erdirilmesi olarak sonuçlandı.
Hollanda
İslam’ın resmi din olarak tanındığı
Hollanda’daki durumu, bu konuda kendisinden bilgi istediğimiz İnsan
Onuru ve Hakları Derneği kurucu üyelerinden H. Kerim Ece’nin bize yazılı
olarak sunduğu bilgilerden takip edelim.
“Hollanda okullarında, devlet
dairelerinde. işyerlerinde başörtülü bayanları görmek mümkündür.
Onların başörtü takmaları ne okulun genel gidişine, ne işyerinin düzenine,
ne de iş verimine olumsuz etki yapmamaktadır. Hatta müslüman öğrenciler,
zorunlu olan yüzme derslerine buluğ yaşından sonra isterlerse
girmeyebilirler.
Tek tük bazı olayların dışında
Hollanda’da başörtü meselesi olmamıştır. Bazı okul yöneticileri
kendi okullarında ikilik meydana getirdiği için başörtülü öğrenci
istemediklerini açıkça söylediler. Bazı işverenler, başörtülü işçilere
çıkış verdiler. Bazı meslek kurslarına başörtüsüz gelinmesi rica
edildi ama bütün bunlar münferit seviyede kaldı. İş hukuka aksettiği
zaman, inanç özgürlüğü hep kazandı. Nitekim başörtü sorun gibi göründüğü
yerlerde, olay görüşmelerle halledildi.
Hollandalı yöneticiler, ülkelerinde
böyle sorunların olmasını istemediklerini açıkça ifade ettiler...
Bildiğimiz kadar Hollanda’da,
mahkemeye intikal eden bir başörtü davası olmadı. Yerel düzeyde bir takım
sorunlar olsa da bunlar fazla büyütülmeden çözümlendi.
Herkesin bu konuda hoşgörülü olduğunu
söylemek mümkün değil. Müslüman kadınların örtünmesinden rahatsız
olan kesimler elbette bulunmaktadır. Ancak iş kanuni bir hak seviyesine
gelince, belli dine mensup insanlar, dinlerini yaşama hürriyetine sahipler,
diyebiliriz.”
İngiltere
Demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’de
müslümanlar din ayrımından şikayetçiler. Yahudilerin ve Hıristiyanların
sahip oldukları hakların kendilerinden esirgendiğini ileri süren müslümanlar
İngiliz Hükümetlerinin bu ayrımcı tutumundan tedirgin olmaktalar.
İngiltere’de nadiren de olsa başörtü
sorunu yaşanmakta, Feride Khanun’un uğradığı haksızlık bunun en çarpıcı
örneğini teşkil etmekte. Khanun 21 yaşında Elektrik Mühendisi olarak Luton
bölgesinde Vauxhall otomobillerini üreten IBC fabrikasında çalışmaktadır.
Hacca gidip geldikten sonra başörtü takan Khanun; “başörtüsü
makinalara takılabilir” gerekçesiyle işine son verilir. Khanun Sihlerin
kendi geleneksel kıyafetleriyle başlarını örterek çalıştıklarını,
bunun tam bir çifte standart olduğunu ve zaten işyerine müslümanların başörtülerine
karşı bir önyargı olduğunu açıklayarak, IBC firmasını mahkemeye
verdi. (Mahkemenin nasıl neticelendiğine dair henüz bir bilgiye sahip değiliz.)
Belçika
Göçmen ve yerli müslümanların Belçika’da
ki durumunda Almanya ve Hollanda’dan, büyük oranda farlılık görünmemekte.
Belçika’da da diğer Avrupa ülkelerinde olduğu üzere inanç özgürlüğü
yasalarla teminat altına alınmıştır. Ancak bu ülkede de başörtü
noktasında bir kısım münferit yerel sorunlar yaşanmakta. Meydana gelen bu
yerel başörtü sorunları Hollanda örneğinde olduğu gibi, mahkemelere
intikal ettiğinde müslümanların lehine sonuçlanmakta.
Fransa
Başörtü takıp okula gitmenin en çetin
yaşandığı Batı Avrupa ülkesi, Fransa’dır. Fransa’da ilk başörtü
krizi, 1989 yılında meydana gelir. 89’ yılında üç müslüman kız çocuğu
eğitim gördükleri Creil ortaokuluna bir gün başörtülü olarak gelirler.
Bu durum okul idaresinin ve öğretmenlerin tepkisine neden olur. Okul
idaresiyle çocuk velileri arasında bir çözüm bulunamayınca da olay yargıya
intikal eder. Creil ortaokulundaki bu durumla ilgili danıştayın verdiği
karar şöyledir:
Başörtü takmak ancak özel koşullarda
yasaklanabilir. Bir inancın simgesi olarak propaganda veya güvenlik ve sağlık
alanlarında çalışmaya engel görüldüğü durumlarda.
Yargıtayın bu kararı başörtü yasağını
sona erdirmez. 1990 yılında Paris’in yakın semtlerinden olan
Monfermeil’deki Jean-Jaures ortaokulundan; dinsel, politik, ideolojik
nitelikte olan giyim veya simgelerine yasak getiren iç tüzük gereğince,
başörtü takan beş müslüman kız öğrenci okuldan atılır. Bu olay
Fransa gündemine uzun bir zaman hakim olur. Okul idaresi ve çocuk
velilerince karşılıklı görüşmeler ve hak iddiaları sonuçta mahkemeye
intikal eder ve 2 Kasım 1992 yılına dek sürer. Bu tarihte Danıştayın
aldığı karar “Öğrencinin özgürlüğünü teminat altına alır. Ancak,
aynı karardaki “inanç yaymaya ret” şerhi bu özgürlüğü sınırlandırır.
89 sonlarında meydana gelen ilk başörtü
yasağından 92 Kasım’ına kadar olan zaman diliminde okullarda başörtü
takan öğrencilerin sayısında hızlı bir artış gözlenir. 89’da 3 sayısıyla
ifade edilen okullardaki başörtülü öğrenci sayısı 93 yılına gelindiğinde
artık yüz rakamına ulaşmıştır.
93 yılına gelindiğinde başörtü
sorununa. yine başörtüden kaynaklanan bir başka sorun daha eklenir.
93’lü yıllarda artık öğrenciler başörtü takmakla da yetinmeyip beden eğitimi
derslerinden muaf tutulmalarını gerektiren doktor raporları almaya başladılar.
Ayrıca namaz kılmak için yer tahsisi istemiyle okul idarelerine başvurular
da sıklaştı.
Yine, 1993 öğretim yılında
Nantua’daki Xavier-Bichat ortaokulunda Türk ve Faslı dört öğrenci sınıfa
başörtü ile gelirler. Başörtü ile okula gelen öğrenciler beden eğitimi
derslerinde de örtülerini çıkarmak istemezler. Bu durum üzerine defalarca
bir araya gelip olayı tartışan okul müdürü ve öğrenci velileri arasında
bir anlaşma sağlanılamayınca da okul öğretmenlerinin çoğu başörtülü
kızlar lehine greve giderler. Bu dört öğrenci velisi sonuçta çocuklarına,
mektupla eğitim yaptırmaktan başka bir çare bulamazlar. Böylelikle bir an
duruldu gibi görünen kriz iki öğrencinin daha, aynı okula başörtü ile
gelmesiyle yeniden patlak verir. Bu iki öğrenci, 4 Aralık 1993’te
disiplin kurulu kararıyla okuldan uzaklaştırılır. Bu karar 11 Mayı 1994
tarihinde Lyon mahkemesi tarafından onaylanır.
93 yılında, Xavier-Bichat
ortaokulunda yaşanan bu olayların yanısıra Grenoble’de bir lisede başka
bir öğrenci başörtü mücadelesi vermektedir. Şehrazat adındaki Fransız
öğrenci beden eğitimi derslerine başörtülü katılma isteğinde direnince
18 Aralıkta liseden atılır. Şehrazat okulun önünde kararı protesto eden
22 günlük açlık grevi yapar.
Bu her iki olay, 89 Creil olayından
sonra ikinci büyük başörtü krizi olarak Fransız tarihine geçer.
Fransa’ya bugün itibarıyla baktığımızda
aradan geçen bunca zamana rağmen başörtülü öğrencilerin lehine ortada
kesin sonuçlar yok. Fransa’da yürürlükte olan Danıştay kararı başörtüye
“istisna durumlar hariç” şerhiyle müsaade ediyor. İstisnalar da şu şekilde
yorumlanmakta:
Başörtü; cemaat,
dinsel, politik, ideolojik nitelikler taşımayacak. Bunların yanısıra öğretmen
de önce öğrencinin başörtüyü çıkarması için telkinde bulunacak, öğrenciyi
başörtüyü çıkarmaya ikna edemezse veya öğrenci başörtüyü çıkarmamakta
direnirse, sınıfa alabilecek.
Sonuç
Müslümanların başörtü
sorununa dair kaleme aldığımız bu makaleyi olabildiğince kısa tutmaya
ve özüne temas etmeye çalıştık. Verdiğimiz güncel örneklerden açıkça
anlaşılacaktır ki; müslümanların okullarda ve işyerlerinde başörtü
takmaları -Fransa istisna- Batı Avrupa’da yasalardaki inanç özgürlüğü
çerçevesinde değerlendirildiğinde teminat altında olmasına rağmen,
sorun yaşanmaktadır. Bu sorunlar kimi zaman yerel, kimi zaman bölgesel, kimi
zaman da ülke bazında yaşanmakta.
Almanya’da 2,5 milyon,
İngiltere’de 2-2,5 milyon, Fransa’da 2 milyon, Belçika’da 300,
Hollanda’da 500 bin nüfusa sahip müslümanların başörtü sorununun kökten
çözümü için öncelikle mücadele verilmesi gereken konuların ana başlıklarını
şu şekilde sıralayabiliriz:
• Batı Avrupa’da oluşan
menfi İslam imajını müspet yönde telafisi için her türlü çalışma yapılmalı...
• Medya’daki İslam düşmanlığının
durdurulması için mücadele verilmeli...
• Batı Avrupa ülkeleri
Anayasalarında var olan hakların yaşama geçirilmesi sağlanmalı ve insan
hakları ihlalleri sivil toplum örgütleri aracılığıyla takibe alınmalı...
• İslam dininin resmi din olarak tanınmadığı Batı Avrupa ülkelerinde, tanınması noktasında mücadele edilmelidir