Yeni Yüzyıl, 23.06.1998
Tabandan Gelen Ses
Gülay Göktürk
Ben törende değildim.
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nin diploma töreninde olup bitenleri
Yeni Şafak Gazetesi'nden ve Yeni Yüzyıl'da Ali Bayramoğlu'nun sütunundan
okudum.
Ve büyük basının, böyle
haber değeri taşıyan, böylesine duygu ve ibret yüklü ve basının çok
sevdiği "insan unsuru"nu böylesine yoğun taşıyan bir haberi
"atlayışı" karşısında ne diyeceğimi şaşırdım.
Haber önemliydi; çünkü
birincisi bazı üniversite yöneticilerinin "laikliği" savunmak adına
resmen hile ve hurdaya başvurmaya başladıklarını ortaya koyuyordu. Diploma
töreninde okulu birincilikle bitiren Hatice Topçu ve üçüncülükle bitiren
Zeynep Samuk yerine başka öğrenciler birinci ve üçüncü ilan edilmişti.
Çünkü gerçek birinci ve üçüncü tesettürlüydü! Okul yönetimi, onların
başarısını ödül töreninde bütün Türkiye'ye ilan etmenin, bir nev'i
irtica propagandası sayılacağını düşünmüş olmalıydı.
Ama haberin bundan daha önemli
olan yanı, Eğitim Fakültesi öğrencilerinin gösterdiği tepkiydi. Öğrenciler
haksızlığın bu kadarı karşısında isyan etmişler, arkadaşlarına sarılıp
ağlamışlar, onları dakikalarca alkışlamışlardı. Hatta bazıları
mezuniyet belgesini almayı reddetmiş; birincilik verilen öğrenci, haysiyetli
bir davranışla, ödülü asıl sahibine vermek istemişti.
Haberi okurken gözlerim yaşardı.
Özgür Türkiye'nin
habercisi olan bu gençleri teker teker kucaklamak isteğiyle doldu içim.
Eğer Türkiye bir gün,
başımıza bela olan bu başörtü krizini aşacaksa, eminim ki bu, örgütlü
yapıların, politik partilerin değil, tabanda açıkça gördüğümüz bu
duyarlılığın eseri olacak.
Başörtü krizi, sadece
başörtülülerin mücadelesi olarak kalmadığı zaman, başörtülü olmayan
geniş kesimler bu meseleye bir özgürlük sorunu olarak baktığı zaman
ortadan kalkacak. Bugün üniversitelilerin gösterdikleri özgürlükçü tavrın,
yarın onların velilerine, ertesi gün öğretmenlerine sıçramasıyla
hallolacak. Bindiğiniz taksinin şoförünün, köşedeki bakkalın, kabul günündeki
komşunun vicdanları sızlamaya başladığı, "artık bu kadarı da olmaz
ki" dediği yerde kurtulacağız bu sorundan.
Ancak sivil toplumdan
politik topluma doğru güçlü bir özgürlük rüzgarı estiği zaman, genç kızların
başörtüsü siyasi partilerin ellerinde koz olmaktan kurtulacak, ancak o zaman
kimi merkez sağ partiler şimdiki gibi kaypaklık yapamayacak; sol partiler
halktan kopmaktan korkup fanatik tutumlarını gözden geçirmek zorunda
kalacak.
* * *
Türkiye iki farklı süreci
bir arada yaşıyor. 28 Şubat'tan bu yana otoriter eğilimlerin güç kazanmasına
paralel giden bir başka süreç daha var ki işte bu bizi umutlandırıyor.
İki totaliter zihniyetin
bilek güreşine tutuştuğu bir ortamda, halk arasında liberalizmin filizlenişine
tanık oluyoruz. Liberal fikirler şimdiye kadar hiç olmadığı kadar etki gücü
kazanıyor. Geçmişte solda sadece aşağılamak için kullanılan, hatta
"liboş" vs. deyimlerle bir küfür kelimesi haline getirilen
liberalizm, belki de ilk defa bu kadar ciddiye alınıp merak ediliyor, tartışılıyor,
polemik yapılıyor; bir anlamda iade-i itibar süreci yaşıyor.
Liberalizmi "orman
kanunu" gibi algılayan zihinler yavaş yavaş, liberal felsefenin
merkezinde bireyin ve bireye verilen değerin yeraldığını keşfetmeye başlıyor.
İnsanlara mutlu bir hayatı "garanti etmek" amacıyla yola çıkan bütün
politik sistemlerin, taşıdıkları bayrak ister kızıl, ister kara, isterse
yeşil olsun, despotizmle noktalandığı; politik sistemlerin "mutluluğun
garantörü değil, özgürlüğün bekçisi" olması gerektiği anlaşılıyor
yavaş yavaş.
işte Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencileri bize böyle mutlu bir gelişmenin müjdesini veriyor