İnsanlığın Ortak Değeri ÖRTÜNME
ve
Başörtüsü Yasağına Dair Hukuk Raporu
AV.Muharrem Balcı
GİRİŞ
III. Selim’den günümüze
dek kılık-kıyafet konusunda yoğun tartışmalar yapılmaktadır. Belli dönemlerde
yasalar çıkarılıp topluma tepeden şekil verilmeye çalışılmıştır.
Toplumun direnmesi karşısında, şiddete başvurulmuş, sorun “kanunen ve
cebren” çözülmek istenmiştir. Yaklaşık 200 yıllık bir mücadele döneminde,
ülkeye hakim zihniyetler, sorunu istedikleri yönde çözememişlerdir. Hatta
sorunu daha da karmaşık hale getirip kangrenleştirmişlerdir. Bu anlamdaki
toplumsal mühendislik uygulamaları, iflas etmiştir.
Genelde toplumsal yapımızda
örtünmeye (tesettür) karşı tüm yasal değişiklik ve uygulamalar, tek bir
yöneticinin hakim olduğu, ya sultanlık ya şeflik ya da ihtilalin getirdiği
liderlik dönemlerine aittir. Gene sivillerin hükümet olduğu dönemlerde bu
yasalar, uygulamaya genellikle konulmamıştır. Sivillerin bu olaya soğuk
bakmasının nedeni, halkın tepkisinden çekinme veya örtünmeye ilişkin
yasaların gerekliliğine inanmama olabilir. Halkın tepkisinden çekinme, kendi
meşruiyetini kaybetme korkusudur.
Bu ülkede bazıları,
halkı rencide ettiklerini bile bile, niçin halkın temel inançları ve genel
giyim tarzları ile uğraşırlar? Meşruiyetlerini yasal düzenlemelerle
kazanmak tarzında yanlış bir yola saparlar. Niçin hem kendilerine, hem de ülkeye
bile bile zarar verirler?
Bu sorunun asıl cevabı
ilk yaratılış olayında gizlidir. İlk yaratılış olayında İblis’in Hz.
Adem ve onun yolundan gidenlere açtığı savaş gerçek boyutuyla kavranmadan
günümüzün olayları anlaşılmayacaktır. Toplumsal mühendisliğe özenenler
öncelikle, insan fıtratını ve bu bağlamda ilk yaratılış olayını iyi
incelemeli ve üzerinde iyi düşünmelidirler. Aksi takdirde kendilerine,
ülkeye ve halka çok kötülük yapmış olacaklardır.
HZ. ADEM’LE ŞEYTAN’IN
MÜCADELESİ
Allah, Hz. Adem’i yaratıp
meleklerin ve İblis’in Hz. Adem’e secde etmesini emrettiğinde İblis emre
uymayarak isyan etmiştir.1 İblis, isyanının sonucunda cennetten çıkarılmıştır
ve bunun sonucunda Hz. Adem ile eşine düşman olmuştur. Ancak İblis
“İnsanların dirilecekleri güne kadar yaşama izni” istemiş ve bu izni de
Allah’tan almıştır.2 Kıyamete değin yaşama izni almanın akabinde İblis’in
yaptığı yemin konumuz açısından son derece önemlidir:
“De ki: “Madem öyle,
beni azdırdığından dolayı onları (saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru
yolunda pusu kurup oturacağım” Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından,
sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükrediciler
bulamayacaksın” (7 Araf 16-17)
“Dedi ki: “Rabbim,
beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara,
sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını süsleyip çekici göstereceğim
ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan
muhlis olan kulların müstesna.” (15 Hicr 39-40)
“.... Onun soyunu -pek
azı dışında- kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.” (17 İsra 62)
Yukarıdaki Kur’an
ayetlerinden görülebileceği gibi İblis, Allah’ın dosdoğru yolu üzerinde
pusu kurarak, insanları azdırmaya, saptırmaya, dünya tutkularını ve isyanı
süslü göstermeye, onlara vesvese vermeye çalışacağına yemin etmektedir.
İblis bu işi kıyamete dek yapacağına ve tüm imkanları kullanacağına
yemin ettiğine göre İblis, insanlığa sınırsız ve topyekün bir savaş açmış
demektir. Bu nokta yol boyu hiç unutulmamalıdır.
Allah, İblis’in yaptığı
bu yemin üzerine insanlığı, İblis’in mücadelesinde kullanabileceği vasıtalar
konusunda uyarmaktadır:
“Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara vaadlerde bulun.” Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. Benim kullarım; senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün yoktur. Vekil olarak rabbin yeter.” (17 İsra 64-65)
İNSANIN ALLAH’A İTAATSİZLİĞİNİN
İLK TEZAHÜR ŞEKLİ: ÇIPLAKLIK
İlk yaratılış olayında
İblis’in kovulmasından sonra Allah Hz. Adem’le eşinin cennette yerleşmesini
ve bir tek yasak ağaç hariç diğerlerinden diledikleri gibi yiyebileceklerini
buyurmuştur. Ayrıca İblis’in düşmanları olduğunu, ondan sakınmaları
gerektiğini cennette kalmaları, acıkmamaları, susamamaları ve çıplak
kalmamalarının bu yasağa bağlı olduğunu söylemiştir.1-3 İnsanoğlu için
ilk hukuk böylece oluşur. Tüm şartlar ve tüm tehlikeler açıkça ortaya
konmuştur.
Allah Hz. Adem’le eşine,
kendilerini bekleyen tehlikeleri bütün açıklığı ile zikretmiş olmasına
karşılık; İblis, yasak ağaçla ilgili yanlış açıklamalar yaparak, gerçeği
çarpıtarak onları kandırır:
“Sonunda şeytan ona
vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü
haber vereyim mi?” (20 Taha 120)
İblis’in Hz. Adem’le
eşini, Allah’ın tayin ettiği hukuk sınırlarına, onları kandırarak,
onlara vesvese vererek, vaadlerde bulunarak tecavüz ettirmesinin ilk tezahürü
çıplaklık olmuştur.
“Böylece aldatma ile
onları düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine
beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar.
(O zaman) Rableri kendilerine seslendi: “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş
miydim? Ve Şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu
söylememiş miydim?
Dediler ki: “Rabbimiz,
biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen gerçekten
kayba uğrayanlardan olacağız” (7 Araf 22-23)
Buradan çıkarılacak önemli
derslerden biri, bilmenin suçun icra edilmesini her zaman engelleyemediğidir.
Suçu icra etmeme yalnızca bilginin değil, aynı zamanda iradenin de bir
fonksiyonudur. İblis yaptığı vaadlerle, muhataplarının iradelerini zayıflatmıştır.
Bugün de suçu engellemenin yollarından biri insanları suç işlemeye itecek
ortamları ortadan kaldırmaktır. İnsan iradesini kuvvetlendirecek ortamlar
olmadıkça, oluşturulmadıkça suç ve suçlular artacaktır. İnsan iradesini
zayıflatarak suç işlemeye eğilim meydana getiren bir sistem, suçun bizatihi
kaynağıdır ve asıl suçludur.
ÖRTÜNME FITRÎ
BİR OLAYDIR
Yukarıdaki ayetlerden çıkarılacak
önemli bir ders de, örtünme olayının fıtri bir olay olmasıdır. Hz. Adem
ve eşinin, çıplak kalır kalmaz herhangi bir dış etki olmadan, gayrı iradi
olarak üstlerini yapraklarla örtmeye çalışmaları, fıtratın tezahüründen
başka birşey değildir.
Tıpkı yeni doğan bir
bebeğin annesinin memesine; tıpkı yumurtadan çıkan su kablumbağası
yavrularının suya yönelmesi gibi bir olaydır bu. Allah’ın insan bünyesine
yerleştirdiği ilahi programın en doğal bir tezahürü. Herhangi bir hanımın
bir toplulukta eteğinin açılması üzerine eteklerini örtme konusunda gösterdiği
gayrı iradi tepki, böyle bir yazılımın sonucudur. Yazılımda var olan haya
duygusunun harekete geçmesi ile gösterilen bir tepki olmuştur. Bu olay, insanî
ilişkilere haya duygusunun girdiği andır.
Halkın deyişi ile “ar
damarı patlamamış” olanların normal giysileri ne olursa olsun gösterdikleri
ilk tepki örtünme istikametinde olmaktadır.
Bu olaydan çıkarılabilecek
diğer bir ders de Hz. Adem’le eşinin hata yaptıklarını, suç işlediklerini
kabul edip tevbe etmiş olmalarıdır. İblis gibi büyüklenip suçlarını
inkar etmemişlerdir. Bir suç karşısında İblis’in kibirlenip isyanı, Hz.
Adem’in kabul edip tevbe etmesi, iki farklı davranış biçimidir. Birinin
helaki, diğerinin kurtuluşu söz konusudur. Nitekim Allah Hz. Adem’in
tevbesini kabul etmiş, onu doğru yola iletmiş ve onu görevlendirmiştir.
Bugün de hangi suçu işlemiş
olursa olsun insanların, hulûs-i kalp ile tevbe etme hakları vardır. Şeytanların
tuzakları ile dolu bir dünyada yapılacak bir tevbe Allah indinde, kimbilir,
çok kıymetli olabilir. Onun için “Ey Allah’ın kulları Allah’ın
rahmetinden ümit kesmeyin” çağrısı, Allah’ın insanlara bir lütfudur.
Bugün için insanların ençok muhtaç oldukları çok temel bir olgudur bu.
Hz. Adem ve eşi Allah
tarafından cennetten çıkarılarak affedilmişlerdir. Onlar bir başka
koordinat sistemine, bir başka uzaya, dünyaya, İblis’le düşman kılınarak
gönderilmişlerdir:
Örtünme fıtri bir olaydır. Allah’ın yolundan gidenlerin yerine getirmeleri gereken ilahi bir buyruktur. O açıdan inancın dışa, şekle yansıyan bir görüntüsüdür. İnsanlar örf ve adetler gereği örtünmüş olsalar dahi, o örf ve adetlerin temelinde insanlık tarihi ile başlayan inancın izleri bulunmaktadır.
CİNSLERİN AYRILIĞI
VE BİRBİRLERİNİ BÜTÜNLEMELERİ
Hz. Adem’le eşi çıplaklıkla
beraber aynı zamanda, o zamana kadar hissetmedikleri yeni bir duyguyu, haya,
hissederek yapraklarla örtünmeye başlamışlardır. Böylece, beşeri ilişkilere
haya sokulmuştur. Toplumsal yaşamın belki de ilk kuralı haya olmuştur.
Gene bu olayla ilk elbise
icad edilmiştir. Elbise, çıplaklığın neden olduğu utanmayı örten bir
kalkan olmuş, eşlerin rahat hareket etmesini sağlamıştır.
Örtünme olayının
psikolojik temellerini, fıtri temellerini daha iyi anlayabilmek için karşılıklı
cinslerin varlığına Allah’ın verdiği anlamı daha iyi kavramalıyız.
Yaratılış olayında önce
Hz. Adem, sonra da eşi yaratılmıştır. Özleri aynıdır. İkisi de tek bir
nefisden varedilmişlerdir:
“Onda sükun bulup
durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir
sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda,
düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rum
21)
Karşı cinslerin varlığı,
“Sükun bulma-durulma” diye tabir edilen bir cazibe konumunun tabii sonucu,
insan fıtratındaki programın öngördüğü huzurlu ve mutlu bir dünyanın
gerçekleşmesi içindir. “Biz herşeyi eş yarattık” diyen Allah’ın
insanoğlunun fıtratına yerleştirdiği ve neslin devamını sağlayan bir
duygudur. Bu duygu veya bu ihtiyaç hissedilmemiş olsaydı, hiçbir canlı
neslini devam ettiremezdi.
Bunun kadar önemli diğer
bir duygu da, eşler arasında “sevgi ve merhametin” bulunmasıdır. Sevgi
ve merhamet de olmasa, keza neslin devamı söz konusu edilemez. Nitekim ayetin
sonunda “bunda düşünebilmekte olan kavim için gerçekten ayetler
vardır” denmesi bu duyguların önemi ve büyüklüğünden dolayıdır. Bir
taraftan cinslerin farklılığı diğer taraftan cinslerin birbirlerini
tamamladığı, bütünleştirdiği ve o oranda da mükemmelleştirdiği ortaya
konulmaktadır. Zıt yüklü protonlarla elektronların atomu oluşturmalarındaki
mükemmeliyete benzeyen bir mükemmeliyettir bu.
Cinslerin farklılığı
ve birlikteliğini mükemmel kılan mekanizma, evlilik kurumudur. Ancak evlilik
sayesinde cinsler, birbirleri için sevgi ve merhamet, sükun bulma ve durulma
kaynağı olabilirler. Ancak evlilikle şeytanın iğva ve vesveselerine karşı
korunabilirler. Kendilerini bazı kötülüklerden sakındırabilirler. Bunun için:
“Onlar (kadınlar) sizin
için örtü, sizde onlar için örtüsünüz.” (2 Bakara 187)
denerek eşlerin
birbirleri için koruyucu rolleri olduğu hatırlatılıyor.
ÖRTÜ KORUYUCU
BİR KALKANDIR
Ayetin gerek öncesi,
gerekse sonrasındaki ifadelerden, örtünün koruyuculuk fonksiyonu olduğu,
bir güvenlik şeridi oluşturduğu anlaşılmaktadır.
Örtü (elbise) cinslerin
farklılığının en iyi ortaya konulduğu bir semboldür. Kıyafet genel
anlamda bir gruba dahil olmanın sembolik bir ifadesidir. Askerin polisin
elbiselerindeki farklılık, öğrenci formalarındaki farklılık bir gruba ait
olmanın açık beyanıdır. O açıdan kadın erkek arasındaki kıyafet farklılığı,
farklı cinslere ait olmanın bir göstergesi olmalıdır. Nitekim Hz.
Peygamber, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara benzer giyim-kuşam,
tutum ve tavır içinde bulunmalarını yasaklamıştır.4
Elbise, bir taraftan
cinslerin farklılığını ortaya koyarken; diğer taraftan da cinsleri korumak
zorundadır. Onun için Allah:
Elbisenin bir mıknatısın
çevresindeki demir tozlarını kendisine çekmesi için araya konulan
engelleyici malzeme gibi bir rolü vardır. Bu rolü ile cinslerin birlikteliğini,
birbirlerini rahatsız etmeden gerçekleştirir. Bu rolü ile elbise, insanın içinde
rahat ettiği, kendini özgür hissettiği ve güzel hissettiği evi olur. Belki
de ilk evidir. Nitekim Araf 26’da elbise ile ilgili hem örtme hem de süs
kazandırma ifadeleri yer almaktadır. Daha açıkçası elbisenin, hem koruyucu
hem de güzelleştirici fonksiyonları vardır.
Nitekim örtünmeye ilişkin
önemli Kur’an ayetlerinden olan Ahzab Sûresi 59. ayeti kerimede bu nokta açıkça
ifade edilmektedir:
Burada üzerinde durulması
gereken örtünün şeklinden ziyade, nereleri örttüğü ve hangi amaca dönük
olarak kullanıldığıdır. Zira, bir hadiste ifade buyurulduğu gibi, “Dünyada
öyle örtülü kadınlar vardır ki, kıyamet gününde çıplaktır.”9 Yukarıdaki
kaynaklarda ortak nokta cilbab denen örtünün el yüz hariç vücudu kapladığıdır.
Kadının vücut hatlarının görülmesini engellediğidir. Böylelikle kadınların
eziyet görmeleri, rahatsız edilmeleri taciz edilmeleri engellenmiş olmaktadır.
Ayette eziyet görme
kavramından önce ifade edilen ‘tanınmaları’ kavramı, giysinin bir gruba
dahil olma anlamında bir sembol özelliği taşıdığıdır. “Tanınıp
taciz edilmeme” İslam’ın örtüye kazandırdığı en önemli anlamlardan
biridir. İslamî örtü gerek kadın gerekse erkeğin çevresinde bir güvenlik
kuşağı oluşturmaktadır. Kime karşı güvenlik kuşağı sorusunun cevabı
Ahzab 60’da bulunmaktadır: “Münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar
ve şehirde kışkırtıcılık yapanlar”. Bugün başta İstanbul olmak üzere
Türkiye’nin değişik yerlerinde görülen taciz olaylarının ayetle ifade
edilenden farklı bir anlamı var mıdır?
Tanınıp taciz
edilmemenin daha da genişletilmiş ifadesini, birbirlerine aid olma,
birbirlerine yakışma olarak ele alırsak Allah’ın şu hükmünü daha da
iyi kavramış oluruz.
Taciz edilmemenin getirdiği
serbestlik ve özgürlük adeta örtü ile özdeşleşmekte, bu bağlamda örtü,
kadın serbestliğinin, özgürlüğünün, rahatlığının bir sembolü
olmaktadır. Kadın ilk evi olan örtüsünün içinde serbest, bağımsız ve
rahattır. Bu bağlamda ilginç bir görüş olarak Paul Gaugın’in
anneannesi Flora Tristan’ın 1883 yılında Peru’daki gözlemleri
zikredilebilir. Perulu kadınlar o yıllarda, İslam dünyasında çarşaf diye
adlandırılan, Saya denilen bir giysi giyiyorlarmış. Flora Tristan, Saya’nın
kadınlara sağladığı özgürlüğü şu şekilde özetlemektedir.
Birbirlerinden
kilometrelerce uzaktaki iki ayrı ülke, iki ayrı toplumun kadınları benzer
elbiseleri giymekte; bir başka ülkenin kadınları ise, bu kadınların
kendilerinden daha özgür ve daha rahat olduklarını itiraf etmektedirler.
Örtünmenin temelinde, karşı cinsler arasındaki cazibe konusunda gayrı meşru yaşama mani olma, daha açık deyişle, zinadan, fuhuştan alıkoyarak toplumsal yapının bozulmasına, sosyal barış ve dayanışmanın yıkılmasına engel olma arzusu vardır. Örtünme bu konuda gerek şarttır, fakat yetmez.
ÖRTÜNME GEREK ŞARTTIR
FAKAT YETMEZ
Örtünün yukarıdaki
fonksiyonunu icra edebilmesi için iki önemli şartın yerine getirilmesi
gerekir. Bunlardan birincisi insanın kendisine, iç dünyasına dönük olgunlaşma
süreci, ikincisi insanın içinde yaşadığı ortamın temizliği ve insan
iradesini kuvvetlendirecek özelliğe sahip olmasıdır.
Nitekim Allah, mümin
erkek ve mümin kadınlara gözlerini zinadan sakındırmalarını emretmekle doğrudan
doğruya müminlerin iç dünyalarına hitap etmekte, örtünün oluşturduğu güvenlik
kuşağını zedelememelerini istemektedir.
“Mümin erkeklere şöyle:
“Bakışlarını yere indirsinler. (harama çevirmekten kaçındırsınlar).
Irzlarını, bellerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır...
“Mümin kadınlara da söyle:
“Bakışlarını yere indirsinler. Irzlarını, eteklerini korusunlar. Süslerini,
zinetlerini görünen kısımlar müstesna açmasınlar. Başörtülerini (humur,
göğüs) yırtmaçlarının üstüne koysunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına
göstermesinler....” (24 Nur 30-31)
Allah önce erkeklere,
sonra da kadınlara harama bakmamayı ve ırzlarını korumayı emretmektedir.
Demek ki bakma konusunda erkekler, kadınlardan daha fazla zaafa sahiptirler.
Ancak örtünme, süslerini ortaya koyma konusunda, tersi olması gerekir ki,
Allah örtünme ve süslerini gizleme ile ilgili erkeklere değil de kadınlara
hitap etmektedir.
Cazibe konularını
kuvvetlendirici, örtü engelini aşıcı bakışlar için Hz. Peygamber
sahabelerini uyarmıştır:
“Ey Ali, birbiri ardınca
bakma. Birinci bakışın zararı yoktur ama ikinci bakıştan sonra zararlıdır.”11
Böylelikle İslam, bakışları
kontrol altına alıyor. Dahası Hz. Peygamber, “Gözün zinası bakıştır;
dilin zinası sözdür; elin zinası dokunmaktır; ayağın zinası, nefsimizin
doğrultusunda yürümektir.” buyurarak, müslüman olmanın kendini kontrol
edebilmek olduğunu, müslüman olmanın bir içsel bütünlük olduğunu ortaya
koymaktadır. Müslüman olmak demek, tüm tutum ve davranışlarını kontrol
edebilmek demektir. Bu da Kur’an ve sünnetin tanımladığı bir imani düzeyle,
bir imani değişimle gerçekleşir.
Nitekim ilk yaratılış
olayında, Hz. Adem’le eşinin yeryüzüne gönderilişinden sonra Allah’ın
Ademoğullarına yaptığı hitapta bu olgunun önemi açıkça vurgulanmaktadır:
“Ey Ademoğulları, biz
sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir
giyim indirdik. Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır.
Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.” (7
Araf 26)
Örtünün oluşturduğu güvenlik
kuşağının fonksiyonu icra edebilmesi için insanın içinde yaşadığı
toplumsal şartların insan iradesini kuvvetlendirici istikamette etkili olması
gerekir. İnsan iradesini, iç olgunlaşmayı, gelişmeyi engelleyici dış şartlar
güvenlik kuşağını zayıflatabilir. Bunun için Hz. Peygamber:
diyerek çevresel koşulların
önemine dikkatimizi çekmektedir.
İnsanın iman düzeyinin
ve içinde yaşadığı şartların insan davranışına etkisinin, iki faktörün
etkisini içermesi anlamında, en güzel örneklerinden biri de Kur’an-ı
Kerim’de anlatılan Hz. Yusuf olayıdır.
Hz. Yusuf, evinde hizmetçi
olarak çalıştığı Vezir’in karısının ilişki kurma isteklerini
reddederek “Allah’a sığınırım. Çünkü O (Kocan), benim efendimdir”
demesi konumuz açısından önemlidir. Gerçekte iki farklı cins birbirini
arzulamaktadır:
“Andolsun kadın onu
arzulamıştı, eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıtını görmeseydi
-o da onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek
için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis, gönülden katıksızca
Allah’a bağlı, ihlasa erdirilmiş olan kullarımızdandı.” (12 Yusuf 24)
İki karşı cins,
birbirini biyolojik olarak arzu etmiş olmalarına karşılık; inançlarının
farklılığı nedeniyle, iki farklı davranış sergiliyorlar. Biri, zina
ederek nefsi arzularını yerine getirmeye; diğeri de, zinayı redderek imanının
kemaline bir zarar vermemeye çalışıyor. Bu olay, iç olgunluğun insan
davranışlarına, güvenlik kuşağına olan etkisini göstermektedir.
Vezir’in karısının
isteklerinde ısrarlı olması, bu konuda Hz. Yusuf’u hapse atmakla tehdit
etmesi üzerine; Hz. Yusuf’un endişesi, korkusu, içinde yaşanılan şartların
insan davranışı üzerindeki etkisini göstermesi açısından anlamlıdır:
“Yusuf dedi ki:
“Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha
sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara eğilim
gösterir, cahillerden olurum. Böylece Rabbi, onun duasını kabul etti ve
onların hileli-düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü o, işitendir,
bilendir.” (12 Yusuf 33-34)
Hz. Yusuf, kadının
ısrarı ve baskısı karşısında iradesinin çözülebileceğinden endişe
ederek hapse girmeyi tercih etmiştir ve de girmiştir.
Bugün, Hz. Yusuf’un içinde
bulunduğu şartlardan çok daha kötü şartlar, insanların iradesi üzerine
etki etmektedir. İnsanlar, özellikle kadınlar kozmetik sanayiinin, moda sektörünün
ve pazarlama sektörünün adeta kölesi durumuna getirilmişlerdir. Kadın bir
pazarlama, bir tüketim aracı gibi düşünülmektedir. O sadece ürünlerin teşhiri
için karşısındakileri “aşırı uyarmakla” görevli bir beden, bir
ciltten ibaret görülmektedir. Böylece her geçen gün kadın daha da açıklığa
itilmekte tahrik edebildiği, uyarabildiği oranda itibar görmektedir. Bu da
kadının köleleşmesinden başka birşey değildir.
Elbetteki bu köleleştirme
hareketine başta kadınlar olmak üzere toplum tepki koyacaktır. Elbetteki bu
psikolojik tacize karşı kadınlar, örtüneceklerdir. Seks, şiddet, uyuşturucu
ve yolsuzluğun yaygınlaştığı bir ortamda insanların kendilerini korumak için
çareler araması kaçınılmazdır. Tüm dünyadaki bu dört ‘baş belasına’
karşı insanların fıtrata, dine yönelmeleri tesadüfi değildir. Şartlar ağırlaştıkça
dine yönelme daha da hızlanacaktır. Kadınların güvenlik kuşağı olarak
örtüye sahip çıkmaları kaçınılmazdır. Bu fıtrattan gelen kendini
korumaya ilişkin bir tepkidir. Bunu gözönüne almayan toplumsal mühendislik
çalışmaları hüsranla sonuçlanacaktır.
BAŞÖRTÜ
Nur Sûresi’nin 30 ve
31. ayetlerindeki hitap tarzı, insan fıtratına dikkatimizi çekmektedir. İstenenler
de “Bakışlarını yere indirmeleri”, “süslerini (zinetlerini), el yüz
hariç göstermemeleri”, “başörtülerini, baş-boyunlarını kapatacak biçimde
koymaları” şeklinde yapılan bir sıralama önemlidir. Bakışların
etkisizliği veya bakışların tekrarlanmaması, karşı cinsin süslerini göstermemesi
ve örtünmesi ile bağlantılı olması gerekir.
Örtünme ile ilgili
giysiler için, Ahzab 59’da Cilbab, Nur 31’de Hımar (humur) kavramları
kullanılmaktadır. Ayrı kavramlar kullanılması bunların gördüğü
fonksiyonlar açısından önemlidir. Bu kavramlardan Hımar’ın asıl
fonksiyonu baş ve boynu örtmesidir.5.6.8 Her iki giysiden beklenen özellik
ise Nur 31’de geçen kadının zinetlerini göstermemesidir. Dolayısıyla
farklı coğrafyada, farklı toplumlarda farklı giysiler giyilebilir. Önemli
olan örtünmeden arzu edilen, beklenen güvenlik kuşağını oluşturabilmesidir.
Gerek Ahzab 59, gerekse
Nur 30-31 örtünme (cilbab ve hımarın kuşattığı anlamındaki bir örtünme)
ile ilgili hitabın müminlere olması, bu anlamdaki örtüyü, müminin kimliğinin
bir parçası haline getirir. Bu bağlamda tesettür mümin bir kadının sembolü
olur.
Hitabın mümin diye yapılması,
tesettürün bir iç değişim, kalbi bir dönüşümden sonra gerçekleştirilebileceği
anlamına da gelir. Nitekim tesettüre ilişkin yukarıdaki ayetler, hicretten
sonra gelmiştir. Toplumun imani değişimi; toplumun tutum, davranış, hal ve
hareketlerine, örtünmesine ve ihtiyaçlarını tatmin şekline yansıyacaktır.
Gene bu bağlamda başörtüsü,
mümin kadının Rabbi olan Allah’a bağlılığının ve itaatinin bir
ifadesidir. Kutsal ve kutsallığa karşı duyulan saygının bir sembolüdür.
Hıristiyan kadınların
kiliseye giderken başlarını örtmeleri, Allah’a karşı duyulan bir saygının
ifadesi olsa gerekir. Keza ölümle ilgili olarak ölü sahiplerinin başlarını
kapatmaları, yaratıcı olan Allah’ın affediciliğine, merhametine sığınma
anlamında bir teslimiyetin göstergesidir. Demek ki çok farklı kültür ve
inanç sistemlerinde örtü, Allah’a sığınmanın O’ndan af ve merhamet
dilemenin bir işareti olarak kullanılmaktadır.
Burada dikkat edilmesi
gereken bir nokta da; müslüman olmanın gerek şartını yerine getirenlerin,
başörtüsü veya örtünme konusundaki eksikliklerinin onları İslam
dairesi dışına çıkarmadığı gerçeğidir. Bunların İslami
terminolojideki karşılığı kafir değil, günahkârdır. Öyleyse yapılması
gereken bu kardeşlerimizi dışlamamak, bunları kucaklamaktır. Toplumu kamplaştırmak
isteyenlerin arzusunun bunun tersi olduğu unutulmamalıdır. O açıdan böyle
bir oyuna gelinmemelidir.
Müminin kimliği
durumundaki kılık ve kıyafet, beşeri mantıkla bakılarak değiştirilemez,
tanzim edilemez. Örtünmeyi Kur’an ve sünnetin tanımladığı bir çerçevenin
dışına çekmeye çalışmak bu ülkeye sadece zaman ve imkan kaybettirir.
Bir toplum, yukarıdan
cebri yöntemlerle şekillendirilemez. Toplumu yukarıdan “cebren ve
kanunen” mantığıyla şekillendirmeye çalışan tüm toplumsal mühendislik
girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Aksini iddia edenler, III.
Selim’den bu yana toplumu yukarıdan zorla yapılandırma çalışmalarının
sonuçlarını incelesinler. Her işi “cebren ve kanunen” halka rağmen
yapacağını sananların tümü toprak olmuş; ama din ve örtü varlığını
her geçen gün güçlendirerek devam ettirmiştir.
O açıdan bugün yasalar
çıkararak arzuladıkları toplumsal mühendisliğin gerçekleşebileceğini
sananların, tarihe tekrar tekrar bakmalarında fayda vardır.
Bu toplumun bu kadar tahrik ve aşağılanmayı uzun süre kaldırması mümkün değildir. Toplumu; Hz. Yusuf gibi, “Rabbim, zindan da, ölüm de bunların bizi kendisine çağırdıkları şeylerden daha sevimlidir”, deme noktasına getirmeden toplum mühendisliğine soyunanlar akıllarını başlarına toplamalıdırlar