Gerilla savaşı, tarih boyunca, çeşitli koşullar altında ve farklı
hedeflere varmak için pekçok kez uygulanmıştır. Son zamanlarda, çeşitli
halk kurtuluş savaşlarında, halkın öncülerinin düşmana karşı üstün
askeri potansiyele sahip kural dışı silahlı mücadele yolunu seçtiği
yerlerde kullanılmıştır. Feodal, sömürgeci ya da yeni sömürgeci sömürüye
karşı mücadelede, iktidarı ele geçirmek söz konusu olduğundan, Asya,
Afrika ve Amerika bu eylemlerin sahnesi olmuştur. Avrupa'da ise kendi ordularının
ve müttefik düzenli orduların tamamlayıcısı olarak kullanılmıştır.
Amerika'da, çeşitli nedenlerle gerilla mücadelesine
başvurulmuştur. Örnek olarak en yakın geçmişten gezici yankee birliklerine
karşı Nikaragua Segovia'sında mücadele eden Cesar Augusto Sandino'nun girişimi
gösterilebilir. Ve yenilerde Küba'daki devrimci savaş. O zamandan beri kıtanın
ilerici partilerinin teorik tartışmalarında gerilla savaşının sorunları
ortaya atılmakta ve uygulanma olanakları ile amaca uygunluğu, karşıt
polemiklerin konusu olmaktadır.
İlerki notlarımız, gerilla savaşı ve doğru
uygulanması hakkındaki görüşlerimizi ifade etmeye çalışacaktır.
Herşeyden önce, mücadelenin bu özel biçiminin
hedefe ulaşmak için bir yöntem olduğu aydınlatılmalıdır. Her devrimci için
zorunlu, şaşmaz olan bu hedef politik iktidarın ele geçirilmesidir.
Bunun için Amerika'nın çeşitli ülkelerindeki
özgül koşulların analizinde, o hedefe erişmek için uygulanan mücadele yönteminin
basit bir kategoriyle açıklanabileceği bir gerilla kavramı kullanılmalıdır.
Hemen şu soru ortaya çıkıyor: Tüm Amerika'da
iktidarın ele geçirilmesi için gerilla savaşı yöntemi tek formül müdür?
Ya da her ne olursa olsun egemen biçim mi olacaktır? Ya da mücadelede kullanılan
tüm formüllerden yalnızca herhangi biri mi olacaktır? Ve son olarak şu
soru: Kıtanın öteki somut durumlarında Küba örneği kullanışlı olacak mıdır?
Polemik süresince, gerilla savaşı uygulamak isteyenler, kitle mücadelesini
ihmal ediyorlar diye eleştirilmektedirler —sanki bunlar karşıt yöntemlermiş
gibi. Bu görüş açısının içerdiği düşünceyi reddediyoruz; gerilla
savaşı bir halk savaşıdır, bir kitle mücadelesidir. Halkın desteği
olmadan savaşın bu türünü gerçekleştirmeyi istemek, kaçınılmaz bir
felaketin başlangıcıdır. Gerillacılar, herhangi bir toprağın belirli bir
yerine yerleşmiş, silahlı, mümkün olan tek stratejik hedefe, iktidarın ele
geçirilmesine yönelik bir dizi askeri eylemi uygulamaya hazır, halkın savaşçı
öncüleridir. Onlar, bölgenin ve söz konusu bütün arazinin köylü-işçi
kitlesi tarafından desteklenir. Bu ön koşullar olmadan gerilla savaşından
bahsedilemez.
"Küba Devrimi'nin deneylerinden
Latin-Amerika kıtasındaki devrimci hareket için üç önemli ders çıkarılabilir:
1) Düzenli bir orduya karşı savaşta halkın
güçleri galip gelebilirler;
2) Her zaman bir devrim için tüm koşulları
olgunlaşıncaya kadar beklemek gerekmez, ayaklanmanın yönetimi bu tür koşulları
kendisi yaratabilir;
3) Latin-Amerika kıtasının az gelişmiş ülkelerindeki
silahlı mücadele, özellikle kırsal bölgelerde sürdürülmelidir.”
Bunlar, Amerika'daki devrimci mücadelenin gelişmesi
için Küba'nın getirdiği öğretilerdir ve bunlar gerilla savaşının gelişmeye
başladığı kıtamızın herhangi bir ülkesine uygulanabilir.
İkinci Havana Deklarasyonu şunu belirtiyor:
"Ülkelerimizdeki ekonominin belirgin çizgisi
sanayinin geri bıraktırılmışlığı ve tarımın feodal niteliğidir. Bu
yüzden, kentte çalışan işçilerin yaşama koşullarının güçlüğüne
karşın, kırsal bölgeler halkı, daha da kötü baskı ve sömürü koşulları
altında varoluş mücadelesi vermektedir. Nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan
bu halk kesimi, toplam nüfusun yüzde yetmişini aşar.
Genellikle en gelişmiş kentlerde yaşayan büyük
toprak sahipleri gözönüne alınmazsa, bu büyük kitlenin geri kalanı yok
denecek kadar az ücret karşılığında büyük tarım alanlarında gündelikçi
olarak çalışmakla ya da ortaçağa yaraşır sömürü koşullarında toprağı
işleyerek emeğini satmakla varoluşunu sürdürür. Bu durum Latin-Amerika'nın
kırsal bölgelerinde yaşayan yoksul halkın büyük bir potansiyel devrimci
güç oluşturmasına yol açar.
Sömürücü sınıfların iktidarını dayandırdığı
biricik güç olan ordular, geleneksel savaşa uygun biçimde yapılanmış ve
donatılmıştır. Bu silahlı güçler, harekat alanı olarak kendi
arazilerini yeğleyen köylülerin düzensiz çarpışmalarıyla karşılaşınca
kesinlikle etkisiz kaldıkları ortaya çıkar; düşen her devrim savaşçısına
karşılık on asker kaybeder; görünmez ve yenilmez bir düşmanla dövüşürken
saflarında moral bozukluğu hızla yayılır. Nerede olduğu bilinmeyen bu
yenilmez düşman, ordudaki subayların harp akademisinde öğrendikleri,
kentlerdeki işçi ve öğrencilere karşı baskı uygularken öylesine ustalıkla
kullandıkları taktikleri, şamata ve tantanayı sergilemelerine fırsat
vermez.
Küçük savaşçı çekirdeklerinin başlangıçtaki
mücadelesine, sürekli yeni güçler katılır, kitle hareketleri patlak
vermeye başlar, eski kurulu düzen yavaş yavaş yıpranıp yıkılır: Artık
savaşın kaderini belirlemek, kentlerdeki kitlelerin ve işçi sınıfının
elindedir.
Mücadelenin ta başından beri —düşmanlarının
sayısından, gücünden ve kaynaklarından bağımsız olarak— bu ilk
kadroları yenilmez kılan nedir? Bu halkın desteğidir ve kadrolar gittikçe
daha yüksek derecede kitlelerin bu desteğinin hükmü altında olacaktır.
Bununla birlikte, köylülük, içinde tutulduğu
bilgisizlik ve yaşadığı tecrit durumundan dolayı, devrimci aydınların
ve işçi sınıfının devrimci ve politik yönetimini gereksinen bir sınıftır;
bu, köylülüğün o olmaksızın kendiliğinden mücadeleye giremeyeceği ve
zaferi ele geçiremeyeceği bir yönetimdir.
Latin-Amerika'nin bugünkü tarihi koşullarında
ulusal burjuvazi, anti-feodal ve anti-emperyalist mücadeleyi yürütemez. Çıkarları
yankee emperyalizmininkilerle çelişkili olsa da, sosyal devrim korkusuyla
felce uğratılan ve sömürülen kitlelerin sesiyle korkutulmuş olan uluslarımızdaki
bu sınıfın, yankee'lere karşı göğüs geremediğini deney göstermektedir.”
Amerika'nın devrimci programının en önemli
noktasını oluşturan bu açıklamaların etki alanı diğer yandan İkinci
Havana Deklarasyonuyla şöyle tamamlanmaktadır:
"Her ülkenin öznel koşulları, yani
bilinci, örgütlenmesi, yönetimi, devrimi, gelişme derecesine göre hızlandırır
ya da geciktirir.
Fakat er ya da geç her tarihi dönemde, nesnel
koşullar olgunlaştığında, bilinç kazanılır, örgüt oluşturulur, yönetim
mükemmelleşir ve devrim gerçekleşir.
Bunun barışçı yoldan mı olacağı, yoksa
çok sancılı bir doğumla mı dünyaya geleceği devrimcilere bağlı değildir;
bu, yeni toplumun oluşmasına karşı direnen eski toplumun gerici güçlerine
bağlıdır; yeni toplum ki, çelişkilerden doğar ve eski toplum bağrında
taşır. Devrim, tarihte bir ebe rolü oynar. O, zorunlu olmadıkça şiddet
önlemlerine başvurmaz, ama doğumun imdadına yetişmenin zorunlu olduğu
her seferinde bu önlemleri duraksamaksızın uygular. Bir doğumdur ki, köleleştirilmiş
ve sömürülmüş kitlelere daha iyi bir yaşamın umudunu getirir.
Latin-Amerika'nın birçok ülkesinde, bugün
devrim kaçınılmazdır. Bu gerçek, herhangi bir kişinin iradesi tarafından
belirlenmez. Bu, Amerikan insanının içinde yaşadığı korkunç sömürü
koşullarıyla, kitlelerin devrimci bilincinin gelişmesiyle, emperyalizmin dünya
çapındaki bunalımıyla boyunduruk altına alınmış halkların evrensel mücadele
hareketiyle belirlenir.”(*) İkinci Havana Deklarasyonu
Amerika'daki gerilla sorununun tüm analizinde bu
ilkelerden yola çıkacağız.
Bir hedefe ulaşmak için, bir mücadele yönteminin
sözkonusu olduğunu saptıyoruz. İlkin hedefi incelemeliyiz ve burada,
Amerika'da, silahlı mücadeleden başka bir yöntemle iktidarı ele geçirmenin
mümkün olup olmadığını görmeliyiz.
Barışçı mücadele kitle hareketleri yoluyla
olabilir ve —özel bunalım durumlarında— halk güçlerinin iktidarı
alacakları ve proletaryanın diktatörlüğünü kuracakları yumuşamaya hükümetleri
zorlayabilir. Teoride doğru! Bunu Amerikan panaromasının yardımıyla araştırdığımızda
ilerdeki mantıki sonuçlara varmalıyız! Birçok ülkede iktidar bunalımı ve
bazı öznel koşullar da olsa, bu kıtada genellikle, kitleleri, burjuva ve
toprak sahipleri hükümetlerine karşı şiddet eylemlerine sürükleyen nesnel
koşullar vardır. Tüm koşulların var olduğu ülkelerde iktidarı ele geçirmek
için harekete geçmemek, elbette ki doğrudan doğruya suç olurdu. Tüm koşulların
varolmadığı ülkelerde ise çeşitli seçeneklerin ortaya çıkması ve her sözkonusu
ülkeye uygulanabilir bir karara teorik tartışmalardan varılması olağandır.
Tarihin razı gelmediği tek şey, proletarya politikası teorisyen ve uygulayıcılarının
hesaplarındaki yanılmalardır. Hiç kimse bir öncü parti ünvanına, resmi
bir üniversite diplomasına olduğu gibi talip olamaz. Öncü parti olmak,
iktidar mücadelesinde işçi sınıfının başında olmak, işçi sınıfını
iktidarı ele geçirmeye götürmeyi ve bunun için de en kısa yolu bulmayı
bilmek demektir. Bu, devrimci partilerimizin görevidir ve hesapta yanılma
olmaması için analiz derin araştırıcı ve esaslı olmalıdır.
Bugün Amerika'da oligarşik diktayla halkın
baskısı arasında bir kararsız denge durumu gözlenmektedir. Biz,
"oligarşi” kelimesini, feodal yapıların az ya da çok baskınlık
durumuna rağmen, her bir ülkenin burjuvazi ve toprak sahipleri sınıfları
arasındaki gerici ittifakın tanımlanması için kullanıyoruz. Bu diktalar, bütün
kısıtlamasız sınıf egemenliği dönemi süresince, işlerinin kolaylaştırılması
için kendi kendilerine verdikleri belirli bir yasallık çerçevesi içinde
vardırlar -ama biz halkın öneminin son derece büyük olduğu bir aşamayı
yaşamaktayız; halk, burjuva yasallığının kapılarına dayanmıştır ve bu
yasallık, kitlelerin zorlamasını durdurmak için kendi yaratıcıları tarafından
çiğnenmek zorundadır. Hiç şüphesiz, her zorba yasanın utanmazca çiğnenmesi,
üstelik bunun onayı için sonradan yasa çıkarılması, halk güçlerini daha
büyük bir gerilime itmektedir. Bu yüzden, oligarşik dikta, cephesel bir çatışma
olmadan, anayasa gerçekliğini değiştirmek ve proletaryayı daha da boğmak için
eski yasa hükümlerinden yararlanmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte, işte
burada çelişki ortaya çıkmaktadır. Halk artık diktanın eski ve yeni baskı
önlemlerine giderek daha az katlanmakta ve onları yıkmaya çalışmaktadır.
Biz hiçbir zaman burjuva devletin otoriter ve baskıcı sınıf karakterini
unutmamalıyız. Lenin ondan şöyle sözeder:
"Devlet, sınıf çelişkilerinin uzlaşmazlığının
ürünü ve ifadesidir. Devlet, sınıf çelişkileri nesnel olarak nerede, ne
zaman ve hangi ölçüde uzlaştırılamıyorsa orada, o zaman, o ölçüde
ortaya çıkar. Öte yöndan devletin var olması sınıf çelişkilerinin
uzlaşmaz olduklarını kanıtlar.”
Demek oluyor ki, sömürücü sınıf diktası
yerine mazur gösterici tarzda kullanıldığında "demokrasi”
kelimesinin, kavramının derinliğini kaybetmesine ve yalnızca, vatandaşın
belirli, daha büyük ya da daha küçük özgürlükleri anlamına gelmesine
izin vermemeliyiz. Kendi kendine devrimci iktidar sorusunu yöneltmeden sadece
belirli bir burjuva yasallığının eski haline getirilmesi için mücadele
etmek belirli, egemen sınıfların daha önceden kurmuş oldukları diktatörce
bir düzenin geri gelmesi için mücadele etmek demektir. Bu, ne olursa olsun,
mahkuma ucunda daha az ağır bir gülle olan bir pranganın vurulması için
savaşmak demektir.
Bu tür anlaşmazlık koşullarında oligarşi,
kendi anlaşmalarını, kendi sahte demokrasisini bozmakta ve bu arada baskı
amacıyla kurulmuş üst yapının yöntemlerinden yararlanmaya çalışsa da,
halka saldırmaktadır. Bunda yeniden Lenin'in sorusu ortaya çıkmaktadır:
"Ne Yapmalı?” Cevaplıyoruz: Şiddet, sömürücülerin ayrıcalığı
değildir, sömürülenler de, onu uygulayabilirler ve dahası, uygun anda
kullanmalıdırlar. Marti diyor ki:
"Suçlu olan, bir ülkede kaçınılabilir
bir savaşı hazırlayandır ve kaçınılmaz bir savaşı hazırlamayı ihmal
edendir.”
Lenin kendi payına şöyle diyor:
"Sosyal-demokrasi savaşa hiçbir zaman
duygusal bir görüş açısından bakmamıştır ve bakamaz. O, kesin olarak
savaşı, insanlar arasındaki anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasının
zalim bir aracı olarak lanetler, ancak, savaşın, toplumlar sınıflara bölündüğü
sürece, insanın insan tarafından sömürülmesi varolduğu sürece, kaçınılmaz
olduğunu bilir. Bu sömürüye son vermek için, her zaman ve her yerde kendi
sömürücü, egemen ve baskıcı sınıflarının başvurdukları savaştan
vazgeçilemez.”
Lenin bunu 1905'de söyledi; daha sonraları
"ProleterDevriminAskeriProgramı”nda sınıf
mücadelesinin yapısı üzerine derin bir analiz yaptığında şunu saptıyordu:
"Sınıf savaşını kabul eden kişi, sınıflı
toplumda sınıf mücadelesinin doğal ve belli koşullar altında kaçınılmaz
bir ilerleme, gelişme ve keskinleşme gösterdiği iç savaşları da kabul
etmekten kendini alamaz. Bütün büyük devrimler bunu onaylar. İç savaşları
inkar etmek ya da unutmak, en büyük oportünizme düşmek ve sosyalist
devrimden vazgeçmek anlamına gelir.”
Bu demektir ki, yeni toplumların ebesi olan şiddetten
korkmamalıyız; yalnız şiddete, halk önderlerinin en uygun koşulları
buldukları anda başvurmalıdır...
Bu koşullar hangileridir? Bunlar, birbirlerini
tamamlayan ve kendileri tarafından mücadele sürecinde yavaş yavaş derinleşen
iki etkene öznel olarak bağlıdırlar: bir değişimin zorunluluğunun bilinci
ve bu devrimci değişim olanağının gerçekliği, bunlar, —hemen hemen tüm
Amerika'da mücadelenin gelişmesi için fazlasıyla uygun olan objektif koşullar—
o amaca erişmek için gösterilen iradenin sağlamlığı ve dünyadaki yeni güçler
dengesi ile birlikte hareketin türünü belirlemektedir.
Sosyalist ülkeler ne kadar uzak da olsalar, mücadele
eden halklara yaptıkları olumlu etkiler daima hissedilir olacak ve onların eğitici
örnekleri bunlara daha büyük güç verecektir. Bu yılın (1963) 26
Temmuz'unda, Fidel Castro şöyle diyor:
"Ve devrimcilerin görevi, herşeyden önce,
şimdi, dünyadaki güçler dengesinde meydana gelmiş olan değişiklikleri
farkedebilmek, duyabilmek ve bu değişikliğin hakların mücadelesini
kolaylaştırdığını kavrayabilmektir. Devrimcilerin, Latin-Amerikalı
devrimcilerin görevi, güçler dengesindeki değişikliğin Latin-Amerika'da
sosyal devrim mucizesini doğurmasını beklemek değildir, tersine, bu değişikliğin
devrimci hareket için güçler dengesinde sunduğu tüm avantajların doğru
olarak kullanılmasıdır ve devrimlerin yapılmasıdır.”
"Belirli özel durumlarda politik iktidarın
ele geçirilmesine ulaşmak için devrimci savaşı uygun bir araç olarak kabul
ediyoruz; ama bizi zafere götürecek Fidel Castro'ları, büyük önderleri
nereden bulalım?” diyen kişiler vardır. Fidel Castro, her beşeri varlık
gibi, tarihin bir ürünüdür. Amerika'daki ayaklan hareketlerini yönetecek
askeri ve politik önderler —mümkünsü tek kişide bir araya gelmiş
olanlar— savaş sanatını, savaş yönetiminin kendisiyle öğrenerek elde
edeceklerdir. İnsanın yalnızca okul kitaplarından öğrenebileceği bir
sanat ve meslek yoktur. Mücadele bu durumda en büyük ustadır.
Doğaldır ki, görev ne basit olacaktır, ne de
tüm sürecinde ağır tehditlerden uzak. Silahlı mücadelenin gelişmesinde,
devrimin geleceği için çok büyük tehlike taşıyan iki an vardır.
Bunlardan ilki hazırlık aşamasında meydana gelir ve çözümlenme biçimi,
halk güçlerinin berrak hedef bilincinin, mücadele ve kararlılığının bir
ölçüsünü gösterir. Burjuva devlet, halkın sahip olduklarının üstüne yürüdüğünde,
bu üstünlük anında, saldıran düşmana karşı bir savunma eylemi başlamalıdır.
Nesnel ve öznel asgari koşullar gelişmişse, savunma, silahlı bir savunma
olmalıdır, ancak bu biçimde ki halk güçleri düşman darbelerinin yalnızca
karşılayıcıları olmasınlar; silahlı savunma sahnesinin, peşine düşülenlerin
son bir sığınağına dönüşmesine de izin verilmemelidir. Belirli bir
durumda halkın savunma hareketi olan gerilla savaşı, düşmana saldırı
yeteneğini kendi içinde saklamaktadır ve sürekli geliştirmelidir. Bu
yetenektir ki, gerilla savaşının niteliğini halk güçlerinin itici gücü
olarak yavaş yavaş zamanla belirler. Bu demektir ki, gerilla savaşı pasif
bir kendini savunma değildir, saldırıyla savunmadır ve böyle olduğu kabul
edildiği an, politik iktidarın ele geçirilmesi gerilla savaşının son
hedefidir.
Bu ilk an anlamlıdır. Toplumsal süreçlerde şiddetle
şiddetsizlik arasındaki fark karşılıklı atışların sayısıyla ölçülemez;
o, akıp giden somut durumlarla ilişkilidir. Ve kendi göreli zayıflığının
bilincindeki halk güçlerinin, durumun geriye gitmemesi amacıyla düşmanı,
gerekli adımları atmaya zorlaması gereken anı tespit etmeyi bilmek
zorunludur. Oligarşik dikta-halkın baskısı dengesi bozulmalıdır. Dikta, düzenli
olarak, önemli bir şiddet uygulaması olmadan paçayı kurtarmayı dener. Onu,
kendisini maskesiz, yani gerici sınıfların baskıcı diktası olarak gerçek
kalıbı içinde göstermeye zorlayarak, kimliğinin ortaya çıkmasın yardım
edilir, bu da mücadeleyi artık geriye dönüşün olmayacağı son hadde kadar
keskinleştirecektir. Diktayı kartlarını açmaya ya vazgeçmeye ya da kavganın
bedelini ödemeye- zorlayacak halk güçlerinin işlevlerini yerine getirmesi
gibi geniş ölçüde silahlı bir eylemin güvenilir başlangıcı buna bağlıdır.
İkinci tehlike anının hakkından gelmek halk güçlerinin
büyüyen gelişiminin kudretine bağlıdır. Marks, her zaman şunu önerirdi:
"Devrimcisüreçbirkezişlemeyebaşlamışsa,proletaryaaralıksızdarbeindirmelidir.” Sürekli
derinleşmeyen bir devrim, geri giden bir devrimdir. Mücadele edenler yorgun, güvenlerini
yitirmeye başlarlar ve sonra burjuvazinin bize önceden o kadar sık talim
ettirdiği manevralardan herhangi biri tasarlanan etkiyi meydana getirebilir.
Bu, seçimler sırasında devrik diktatörden daha melek yüzlü ve daha tatlı
sesli bir baya iktidarın devri ile, ya da genellikle ordu tarafından yürütülen
ve bu arada dolaylı veya dolaysız ilerici güçleri destek olarak kullanan
gericilerin bir hükümet darbesiyle de olabilir. Daha başka manevralar düşünülebilir,
fakat taktik hileleri araştırmak amacımız değildir.
Dikkati aslında yukarıda sözü edilen askeri
cunta manevrasına yöneltiyoruz. Askerler gerçek demokrasi için ne
yapabilirler? Gerici sınıfların ve emperyalist tekellerin yalnızca egemenlik
araçları olduklarına ve sahip oldukları silahlar oranında değerli bir
tabaka olarak sadece çıkarlarının korunması için gayret gösterdiklerine göre,
onlardan hangi sadakat istenebilir?
Askerler, baskıcılar için zor durumlarda fesat
çıkarıyor ve fiilen yenilmiş bir diktatörü deviriyorlarsa, askerlerin,
bunu, diktatörün onların sınıf çıkarlarını, şiddetin son kertesine sarılmadan
—bu da bugünkü koşullar altında oligarşinin çıkarlarına genellikle
uygun değildir— koruyamadığı için yaptıkları kabul edilmelidir.
Bu düşünce asla, askerlerin, etkin oldukları
toplumsal çevreden koparılmış, tek tük mücadele edenler olarak yararlı kılınmasının
reddi anlamına gelmemektedir. Ve bu yararlı kılma, onların bir tabakanın
temsilcileri olarak değil de, mücadele edenleri olarak bağlı olacakları
devrimci yönetim çerçevesinde olacaktır.
Artık çok geride kalan zamanlarda Engels,
"Fransa'da İç Savaş”ın üçüncü baskısına önsözde şöyle yazıyor:
"(Devrimden sonra) işçiler henüz silahlı
idiler; öyleyse iktidarda bulunan burjuvalar için, işçilerin silahsızlandırılması
birinci görevdi. Bundan ötürü, işçilerin kanı pahasına kazanılmış
her devrimden sonra, işçilerin yenilgisi ile sonuçlanan yeni bir mücadele
patlak verir.” (Fransa'daİçSavaş, Seçme Yapıtlar,
cilt: II, s: 215)
Herhangi bir türden biçimsel bir değişime varılan
ve stratejik olarak bir geri adımın izlediği, sürüp giden bu mücadeleler
oyunu kapitalist dünyada yıllarca tekrarlandı.
Dahası, proletaryanın bu biçimde sürekli
aldatılması, periyodik olarak yükselmelerle dolu bir asırdan fazla bir süreyi
artık geride bırakmıştır.
İlerici partilerin liderleri burjuva yasallığının
belli görüşlerinden yararlanarak, bir süre devrimci eylem için daha elverişli
koşulları koruma hevesine kapılarak, kavramları karmakarışık bir hale
getirirler —eylem sürecinde çok sık rastlanan bir görüntü— ve kesin
stratejik hedef olan iktidarınelegeçirilmesini
unuturlarsa, bu da tehlikeli olur.
Marksist-Leninist yol gösterici partiler, ani
karışıklıkları çözümleyebilir ve kitleleri temel çelişkilerin çözümü
için doğru yola çekerek çok yüksek bir derecede seferber edebilirlerse, kısaca
incelediğimiz devrimin bu iki zor anı ortadan kaldırılabilir.
Taktik konusu uzun uzun tartışılabilir. Her
zaman gerilla eyleminden mi yararlanılmalıdır, yoksa mücadelenin ekseni
olarak öteki eylemler de kullanılabilir mi? Bize kalırsa, üç temel nedenden
dolayı Latin-Amerika'da gerilla savaşından başka taktik kullanılmasına karşıyız:
Birincisi: Düşmanın iktidarda kalmak için mücadele
edeceği varsayıldığına göre, baskı ordusunun yokedilmesi gerektiği gözönünde
bulundurulmalıdır. Bu silahlı gücü yoketmek için karşısına bir halk
ordusu çıkarılmalıdır. Bu halk ordusu kendiliğinden meydana gelmez, düşmandan
ele geçirdiği malzemeyle silahlanmalıdır. Bu zor bir mücadeledir. Halk güçleri
ve şefleri, bu mücadelede sürekli olarak kendilerinden daha büyük güçlerin
saldırısına uğrar, kendilerini savunma ve uygun biçimde manevra yapma olanağından
yoksundurlar. Tersine, gerilla çekirdeği, savaşmaya elverişli arazide
devrimci komutanlığın güvenliğini ve devamlılığını sağlar, halk
ordusunun genel kurmayı tarafından yönetilen kentlerdeki güçler son derece
önemli eylemler gerçekleştirebilirler.
Kentlerdeki grupların yokedilmesi bile, devrimin
ruhunu ve yönetimini öldürmeyecek, yönetim kırsal bölgelerdeki kalesinden
kitlelerin devrimci eğilimini körüklemeyi ve başka savaşlar için yeni güçler
örgütlemeyi sürdürecektir.
Bunun dışında bu bölgede, tüm geçiş döneminde
sınıf diktatörlüğünü etkin bir biçimde yönlendirecek olan geleceğin
devlet aygıtının yaratılması görevi başlar. Mücadele ne kadar uzun sürerse,
yönetim sorunları o kadar büyük ve karmaşık olacak ve bunların çözümü,
kadroları, gelecek bir dönemde iktidarı sağlamlaştırma ve ekonomiyi geliştirme
gibi zorlu bir görev için hazırlanacaktır.
İkincisi, Latin-Amerika köylülüğünün genel
durumu ve yerli ve yabancı sömürücüler arasında sosyal bir ittifak durumu
çerçevesinde, feodal yapılara karşı mücadelenin giderek daha patlayıcı
hale gelme özelliği.
İkinci Havana Deklarasyonuna geri dönelim:
"Amerika halkları geçen yüzyılın başlarında
kendilerini İspanyol sömürge egemenliğinden kurtardılar, ama sömürüden
kurtaramadılar. Feodal büyük arazi sahipleri İspanyol valilerinin
yetkilerini üzerlerine aldılar, yerliler acı dolu köleliklerinde kalakaldılar.
Latin-Amerika insanı yine bu ya da başka biçimde bir köle olarak kalmıştır
ve hakların en küçük umutları bile oligarşilerin iktidarı ve yabancı
sermayenin boyunduruğu altında ezilmektedir. Şimdiye kadarki Amerika gerçeği
budur, şu ya da bu nüansla, şu ya da bu değişiklikle. Bugün Amerika, İspanyol
sömürge emperyalizminden olduğundan çok daha kötü, çok daha güçlü ve
çok daha acımasız bir emperyalizme bağımlıdır.
Latin-Amerika devriminin önüne geçilmez
nesnel ve tarihi gerçeği karşısında Yankee emperyalizminin tutumu nedir?
Latin-Amerika haklarına karşı sömürge savaşının yönetimine hazırlık;
Latin-Amerika haklarının mücadelesini ateşle ve kılıçla bozguna uğratmak
için askeri aygıtın, politik bahanelerin ve gerici oligarşilerin
temsilcileriyle anlaşmalar biçiminde görünüşte yasal vesilelerin yaratılması.”
Bu objektif durum, bize, köylülerimizin içinde
bir işe yaramadan uyuklayan gücü ve onları Amerika'nın kurtuluşu için
verimli kılma zorunluluğunu göstermektedir.
Üçüncüsü: Mücadele kıtasal niteliktedir.
Latin-Amerika'nın kurtuluşunun bu yeni aşaması, belirli bir toprak parçası
üzerinde iktidar için mücadele eden iki yerel gücün çarpışması olarak düşünülebilir
mi? Elbette ki, hayır! Tüm halk güçleri ve tüm baskı güçleri arasındaki
mücadele bir ölüm kalım savaşı olacaktır.
Yankee'ler çıkarları gereği dayanışma için
ve Latin-Amerika'daki savaş belirleyici olduğundan müdahale edeceklerdir. Bu
müdahalede tüm güçlerini kullanacak, elleri altında bulunan tüm yokedici
silahlarla halk güçlerini cezalandıracaklardır. Devrimci iktidarların güçlenmesine
fırsat vermeyecek, bunlardan biri başarıya ulaşırsa yeniden saldırıya geçecek,
bu yeni iktidarı tanımayacak, devrimci güçleri bölmeyi deneyecek, her türden
sabotajcıyı devreye sokacak, genç devleti kendi ekonomisi içinde boğmaya çalışacak,
öteki gerici devletleri bunlara karşı kışkırtacak, kısacası onu yok
etmek için ne gerekliyse hepsini yapacaktır.
Bu koşullar altında, Latin-Amerika'da tek bir
ülkede zafere ulaşmanın güç olduğuna inanıyoruz. Baskı güçlerinin
birleşmesine, halk güçlerinin birleşmesiyle karşılık verilmesi
zorunludur.
Baskının dayanılmaz olduğu tüm ülkelerde,
isyan bayrağı dalgalandırılmalıdır. Bu bayrak, tarihin zorunlu kıldığı
biçimde, kıtasal bir anlam kazanacaktır. Fidel'in dediği gibi, And Sıradağları,
Latin-Amerika'nın Sierra Maestra'sı olmaya adaydır ve kıtanın uçsuz bucaksız
topraklarının tümünün kaderi, emperyalist güce karşı verilecek ölüm
kalım mücadelesinde savaş alanına dünüşmektedir.
Mücadelenin ne zaman bu kıtasal boyutlara ulaşacağını
ve ne kadar süreceğini şimdiden söyleyemeyiz; fakat, tarihi, ekonomik,
politik koşulların doğurduğu bu çatışmanın yaklaştığını, asla doğru
yoldan şaşmayacağını daha bugünden haber verebiliriz. Koşullar gerektirdiğinde,
öteki ülkelerdeki durumdan bağımsız olarak mücadeleye başlamak, her ülkedeki
devrimci gücün görevidir. Mücadelenin gelişimi yavaş yavaş tüm
stratejiyi belirleyecektir.
Kıtasal nitelik öndeyişi, her iki yandaki güçlerin
tahlilinden ortaya çıkmaktadır, ama bu, bağımsız hareketi asla dışında
bırakmaz. Mücadelenin bir ülkenin bir noktasında başlaması, onun, tüm
topraklardaki mücadeleyi geliştirmesini nasıl belirliyorsa, devrimci savaşın
kızışması da komşu ülkelerde yeni koşulların gelişmesine yardımcı
olur.
Devrimlerin gelişmesi normal olarak ters orantılı
med-cezir biçiminde olmuştur. Devrimci med olayının karşıtı karşı-devrimci
cezir olayıdır ve tersine devrimci düşüş anlarında karşı-devrimci bir
kabarma vardır. Bu anlarda halk güçlerinin durumu tekrar güçleşecektir ve
onlar en az gerilemeye uğramak için en iyi savunma araçlarına sarılmaktadırlar.
Düşman fevkalade kuvvetlidir, kıtasaldır. Bu yüzden, sınırlı etki alanı
olan kararlara varmak için yerel burjuvazilerin göreli zayıflığı temel alınmamalıdır.
Bu oligarşilerin silahlı halkla olası ittifakı
daha az düşünülebilir. Küba Devrimi alarm zilini çaldı. Güçlerin
kutuplaşması tam olacaktır: bir tarafta sömürenler, ötekinde sömürülenler.
Küçük burjuva kitlesi çıkarlarına ya da politik becerisine göre ona
hitabeden şu yada bu partiye eğilim gösterecektir. Tarafsız kalmak bir
istisna oluşturacaktır. Devrimci savaşın böyle bir görünümü olacaktır.
Bir gerilla ocağının nasıl oluşabileceğini
görelim.
Nispeten küçük çekirdek gruplar, ister bir
karşı saldırıya izin vermek amacıyla, ister büyük saldırıdan esnekçe
kaçınmak ve orada etkin olmak amacıyla olsun, gerilla savaşı için elverişli
mevziler seçerler. Aşağıdaki noktalar açıkça ortaya çıkarılmalıdır:
ilk anda gerilla birliklerinin göreli zayıflığı, işlerini, kırsal alanda
yerleşmekle, halkla ilişkiler kurarak ve ilerde destek noktaları olabilecek
yerleri tahkim ederek çevreyi tanımakla sınırlandıracak kadar büyüktür.
Burada adı geçen ön koşullar altında gelişimine başlayan bir gerilla
birliğinin hayatta kalabilmesi için üç şart vardır: sürekli hareketlilik,
sürekli uyanıklılık, sürekli kuşku. Askeri taktiğin bu üç unsurunun doğru
uygulanması olmaksızın gerilla birliği zor hayatta kalır. Şu hatırlatılmalıdır
ki, bu anlarda, gerilla savaşçısı, çizilmiş hedefin büyüklüğü ve onun
gerçekleşmesi için yapılması gerekecek fedakârlıkların çokluğu ölçüsünde
yiğitlik kazanacaktır.
Bu fedakârlıklar günlük çatışmalar, düşmanla
adam adama çarpışmalar olmayacaktır. Bunlar çok daha ince ve gerillalar için
ruhen ve bedenen çok zor dayanılacak biçimler olacaktır.
Belki düşman orduları tarafından çok kötü
bozgunlara uğratılacaklardır. Kimi zaman gruplara bölünecekler, tutuklanırlarsa
işkence göreceklerdir. Etkinlik için seçilmiş bölgelerde kuduz hayvanlar
gibi izlenecekler, düşmanın peşinde olması huzursuzluğu onları sürekli
kovalayacak, ileri sürülen nedenlerin ortadan kalkması ile baskı
birliklerinden kurtulmak için, korkutulmuş köylülerin bile onları belli
durumlarda teslim edeceklerine dair herkese ve her şeye şüpheyle bakacaklardır.
Ölümün bin kez mevcut bir kavram ve zaferin
yalnızca bir devrimcinin hayal edebileceği rüya olduğu anlarda ölümden ya
da zaferden başka bir alternatif olmamacasına.
İşte gerilla savaşının kahramanlığı
budur, bu yüzden yürüyüşe geçmenin de mücadelenin bir biçimi olduğu,
belirli bir anda bir çatışmanın yolundan çekilmenin, mücadelenin bir biçiminden
başka birşey olmadığı söylenir. Hedef saptama, ya düşmandan daha büyük
birlikler toplayabilmek, ya da kırsal alanlardan yararlanarak avantajlar sağlamak
suretiyle güçler dengesini tersine çevirerek, düşmanın genel üstünlüğünün
karşısında seçilmiş bir noktada göreli bir üstünlüğe erişmek için
taktik bir formül bulmayla olur. Bu koşullar altında taktik zafer kesindir; göreli
üstünlük açık seçik değilse harekete geçmemek daha iyidir. Zafere götürmeyen
hiç bir çatışmaya girilmemelidir, buna karşılık çatışmanın nasıl ve
ne zaman olacağı seçilebilir.
Bir unsuru olduğu büyük politik-askeri eylem
çerçevesinde gerilla savaşı, yavaş yavaş kök salacak ve sağlam bir
temele oturacak; bundan sonra gerilla ordusunun gelişmesi için temel bir unsur
olan üsler oluşacaktır. Bu üsler, düşman ordusunun ancak yüksek kayıplar
pahasına girebileceği noktalardır; devrimin kale burçları, gerillaların
daima daha ileri ve daha yürekli akınları için barınak ve atlama tahtasıdırlar.
Taktik ve politik güçlükler aynı zamanda aşıldığında
bu ana erişilecektir. Gerillalar, halkın öncüsü olarak hiç bir zaman işlevlerini,
cisimlendirdikleri görevi unutmamalı ve bu yüzden, kitlelerin tam desteğine
dayanan devrimci iktidarın kurulması için gerekli politik ön koşulları
yaratmalıdırlar.
Köylülüğün büyük istekleri, koşulların
elverdiği ölçüde ve biçimde, tüm halkın birbirine bağlı ve kararlı bir
topluluk oluşturacağı biçimde karşılanmalıdır.
İlk anların askeri durumu zorlu olacaksa,
politik durum da daha az çetin olmayacaktır, ve bir tek askeri hata gerilla
savaşını tasfiye edebilirse, politik bir hata da bunun gelişimini uzun dönemler
süresince engelleyebilir.
Mücadele politik-askeridir, böyle gelişmeli ve
bundan ötürü böyle anlaşılmalıdır.
Gerilla savaşı, gelişme sürecinde, eylem yarı
çapının, boyutları için daha az gerillanın gerekli olduğu bir bölge üzerine
geldiği ve gerilla savaşçılarının bu bölgede aşırı yoğun oldukları
bir noktaya varır. Bundan sonra liderlerden birinin, sağlam bir gerillanın,
başka bir bölgeye gittiği ve gerilla savaşının gelişim dizisini tekrarladığı,
tabii ki merkezi başkumandanlık emrinde olan, arı kovanındakine benzeyen
olay başlar.
İste burada, bir halk ordusu yaratılmadan
zaferin umut edilemeyeceğine işaret etmek yararlıdır: gerilla güçleri
belirli bir genişliğe kadar yayılabilirler, kentlerdeki ve düşmanın geçebileceği
öteki bölgelerdeki halk güçleri, düşmana zarar verebilirler —fakat
gericiliğin askeri potansiyeli buna rağmen aynen kalabilir. Nihai sonucun düşmanın
yokedilmesi olması gerektiği daima gözönünde tutulmalıdır. Bu amaçla
yaratılan bütün bu yeni bölgeler, artı, düşman hatları gerisinde
gedikler oluşturmakta olan bölgeler, artı, en önemli şehirlerde harekât
yapan güçler devrimci başkumandanlığa bağlı olmalıdırlar. Bir ordunun
üstünlüğünü gösteren kusursuz hiyerarşik kumanda yapısının olması
istenmeyebilecek ama stratejik bir kumanda yapısı istenecektir.
Gerilla birlikleri belirli bir hareket özgürlüğü
içersinde, en emin ve en kuvvetli bölgelerden herhangi birinde yerleşmiş
olan merkezi genel karargâhın tüm stratejik talimatlarını yerine getirmeli
ve gerektiği anda güçlerin birleşmesi için koşulların hazır olmasını
sağlamalıdırlar.
Gerilla savaşı ya da kurtuluş savaşının
kural olarak üç aşaması vardır: birincisi, kaçmakta olan küçük silahlı
gücün düşmana darbe indirdiği stratejik savunma aşaması; silahlı güç,
küçük bir çevrede pasif bir savunma yapmak için sinmez, tersine, savunması,
yerine getirebileceği sınırlı saldırılardan oluşur. Bundan sonra düşmanın
ve gerillanın eylem olanaklarının istikrarlı olduğu denge noktasına ve
nihayet büyük kentlerin işgaline, büyük kesin çarpışmalara, düşmanın
tamamen yokedilmesine götürecek olan baskı ordusunun çevrilmesi son aşamasına
varılır. Her iki gücün birbirlerini karşılıklı ciddiye aldıkları denge
noktasına erişildikten sonra gerilla savaşı, bundan sonraki gelişimi sürecinde
yeni özellikler kazanır. Manevra kavramı kabul edilmeye başlar: istihkamlara
hücum eden büyük kıtalar, kıtaların kaydırılmasıyla hareket savaşı ve
göreli vurma gücü olan saldırı araçları. Fakat düşmanın buna rağmen
elinde tuttuğu direnme ve karşı saldırı kapasitesinden dolayı manevra savaşı
gerilla güçlerinin yerini tutmaz; takviye edilmiş gerilla silahlı güçlerinden
kolordulu bir halk ordusu billurlaşıncaya kadar manevra savaşı yalnızca
gerilla askerlerinin sonucu yaratmalarının bir biçimidir. Bu anda bile
gerillalar, silahlı kuvvetlerin büyük bir bölümünün eylemlerini önleyerek,
haber bağlantılarını keserek, düşmanın tüm savunma cihazını sabote
ederek "saf” biçimlerinde ortaya çıkacaklardır.
Savaşın kıtasal olacağını önceden söyledik.
Bu, savaşın uzun süreli olacağı anlamına da gelir; savaşın birçok
cephesi olacaktır, çok kana, uzun zaman boyunca sayısız hayata malolacaktır.
Ama bunun dışında, Amerika'da sahneye çıkan güçlerin kutuplaşması görüntüleri,
halkın silahlı öncüleri yoluyla iktidarın ele geçirilmesi anında, bunu başaran
ülke yada ülkelerin baskıcı emperyalistleri ve yerli sömürücüleri aynı
zamanda tasfiye edecekleri gelecek devrimci savaşlarda, sömürenlerle sömürülenler
arasında açık ayırım anlamına gelmektedir. Sosyalist devrimin ilk aşaması
billurlaşmış olacaktır; halklar yaralarını sarmaya ve sosyalizmin kurulmasına
girişmeye hazır olacaklardır.
Başka, daha az kanlı olanaklar var mıdır?
ABD'nin kıtamızdan aslan payını kopardığı
dünyanın son paylaşımı yapılalı çok oldu; bugün Eski Dünyanın
emperyalistleri yeniden biçimleniyorlar ve AET'nin gücü kuzey Amerikalıları
bile korkutuyor. Bütün bunlar, emperyalistler arası mücadelede, daha sonra
belki en güçlü ulusal burjuvazilerle ittifak içinde sahneye çıkmak için
seyirci olarak hazır bulunma olanağının var olabileceği düşüncesine
uygun düşebilir. Sınıf savaşında pasif bir politikanın hiçbir zaman iyi
sonuçlar getirmemesi ve belirli bir anda ne kadar devrimci görünürse görünsün
burjuvaziyle ittifakların yalnızca geçici karakter taşıması dışında, başka
bir görüş biçiminin kabul edilmesine neden olan zamanla ilgili gerekçeler
vardır. Amerika'da çelişkinin keskinleşmesi, emperyalist kampta pazarlar için
mücadele çelişkisinin "normal” gelişimini bozacak kadar hızlı gözükmektedir.
Ulusal burjuvazilerin büyük çoğunluğu kuzey
Amerikan emperyalizmi ile birleştiler ve her bir ülkedeki emperyalizm gibi aynı
kadere katlanmak zorundadırlar. Ulusal burjuvazilerle öteki emperyalizmler
arasında anlaşmaların yapıldığı yada kuzey Amerikan emperyalizmiyle olan
çelişkilerin çöküşüne gelinen durumlarda bile bu, tümsömürülenlervetümsömürenlerin gelişiminin sürecine ister istemez
katılacağı temel bir mücadele çerçevesinde meydana gelir. Sınıf düşmanlarının
uzlaşmaz güçlerinin kutuplaşması, şimdiye kadar ganimetin paylaşımında
sömürenler arasındaki çelişkilerin gelişiminden çok daha çabuk olmuştur.
Bunlar iki kamptır: alternatif, her bir birey için ve her bir özel halk
tabakası için daha berrak olacaktır. İlerleme İçin İşbirliği Örgütü,
önüne geçilemeyeni durdurmak için bir deneydir.
AET'nin yada herhangi bir emperyalist grubun
Amerika pazarları üstüne yürümesi, baş çelişkinin gelişmesinden daha çabuk
olursa, o zaman, geriye tüm mücadeleyi yürüten ve son hedeflerinin açık
bilincine varan yeni gönüllülerden yararlanan halk güçlerini açılmış
gediklere kama olarak sokmak kalır.
Sınıf düşmanına ne bir mevzi, ne bir silah,
ne de bir sır emniyet edilebilir, yoksa bunlar yitirilir.
Gerçekten Amerikan savaşı başladı mı, bu
Amerikan devriminin ilk adımı mı? Venezüella, Guatemala, Kolombiya, Peru,
Ekvator mu olacak devrimin ilk savaş alanları? Yoksa bütün bu ülkelerdeki
olaylar henüz yalnızca sonuç vermeyen bir tür endişe gösterisi midir? Bugünkü
çatışmaların sonucu yada günümüzdeki hareketlerden birinin yenilgiye uğraması
da önemli değildir. Önemli olan devrimci değişimin zorunluluğu bilinci,
bunun gerçekleşeceğinin kesinliğidir.
Bu bir öndeyiştir. Bunu, tarihin bize hak
vereceğine kesinlikle inanarak söylüyoruz. Amerika'nın ve emperyalist dünyanın
nesnel ve öznel etkenlerinin incelenmesi, İkinci Havana Deklarasyonuna dayanan
bu iddiaların doğruluğu için bize güvence veriyor.