İçinde yaşadığımız gün ile hiçbir zaman
tamamen çağdaş olamıyoruz. Tarih kılık değiştirerek ilerler; sahnede
daima bir önceki perdenin maskesiyle görünür ve biz oyunun anlamını
kaybetmeye yatkınızdır. Perdenin her kalkışında devamlılığın yeniden
kurulması gerekir. Suç tabii tarihte değil, geçmişte edinilen anı ve
imajlarla bulanmış olan görüşümüzdedir. Devrim içinde bile olsak, geçmişi
bu günün üzerine çakışmış olarak görürüz.
Küba devriminin etkileri özellikle
Latin-Amerika'da, tarihin sıraya dizerek takdis edip rafa kaldırdığı
usullerle şemalar içinde düşünülmüştür. Bu nedenle, oluşturduğu bütün
şamataya rağmen yarattığı şok zamanla yumuşamıştır. Bugün artık gürültü
yatıştı; Küba'nın bugüne kadar ihmal edilen gerçek önemi ve verdiği
derslerin kapsamı yeniden keşfedilmektedir. Gerilla savaşının yeni bir
kavramı günışığına çıkıyor.
Diğer şeyler yanında Küba, başlangıçtan
beri, sosyalist devrimin, burjuva devletinin silahlı
kuvvetlerine karşı silahlı bir mücadelenin
sonucu olduğu gerçeğiyle hatırlanmıştır. İsterseniz
stratejik nitelikte diyebileceğiniz bu eski tarihi kanuna önceleri, bilinen
taktik bir içerik verilmiştir. Gerilla mücadeleleri, prototipi —1917'de—
bu biçimi aldığı için ve Lenin ile daha sonra Stalin buna dayanarak birkaç
teorik formül geliştirdikleri için ayaklanma ile bir tutulur olmuştur. Oysa
bu teorik formüllerin halihazır durum ile bir ilişkileri olmadığı gibi,
mesela ayaklanmanın oluş şartlarını merkezi iktidara karşı hemen taarruza
geçme anlamında kabul eden formüller de durup durup boşuboşuna tartışılagelmiştir.
Ne var ki, bu tutarsızlık çok geçmeden belli olmuştur. Hemen ardından
Latin-Amerika'daki gerilla savaşları, herikisi de şehirlerin kırsal çevreden
sarılması ile yapılan düzensiz olmayan savaşlar olması nedeniyle Asya'daki
gerilla savaşları ile tamamen bir tutulmuştur. Bu karıştırma birincisinden
de tehlikeli.
Silahlı devrimci mücadele her kıtada, her ülkede
belirli şartlarla karşıkarşıya gelir ve bu şartlar ne tabiidir ne de şıp
diye anlaşılır cinstendir. Öyleki, bunların ortaya çıkartılması ve
iyice tanınması için her defasında yıllarca süren fedakârlıklar gerekir.
Rus Sosyal Demokratları, içgüdüsel olarak Paris Komününü Petrograd'da; Çin
Komünistleri, Rus Ekim İhtilâlini Kanton'da tekrarlanıyormuş gibi düşündüler.
Vietnamlı mukavemetçiler daha partilerin kurulması üzerinden bir yıl geçmeden
Kuzey Vietnam'daki köylü sovyetlerinin ayaklanmasını teşkilatlandırmaya
kalktılar. Sovyet tipi ayaklanmaların savaş öncesi sömürge Asyasında başarıya
ulaşamayacağı bugün bizim için gayet açık bir gerçek ama, birçok
gerillacı, çıraklıklarını bu gibi mücadelelerde tamamladılar.
Oriente kıyılarına çıkmadan önce Fidel'in
Mao Çe-tung'un askeri yazılarını okumamış olmasını pekâlâ bir talih
eseri sayabiliriz. Böylece, kendi tecrübelerine dayanarak, bulunduğu bölgeye
en uygun düşen bir askeri doktrinin prensiplerini bulması mümkün olmuştur.
Ancak savaşın sonunda artık taktikleri iyice belirlendikten sonra asiler
Mao'nun eserlerini keşfettiler[1].
Ne var ki, bugün Latin-Amerika'daki militanlar Fidel'in konuşmaları ile Che
Guevara'nın yazılarını, Mao'nun, Giap'ın ve Lenin'in bazı metinlerini aşina
bir gözle okuyorlar ve Fidel ile Che'de, Mao'yu, Giap'ı ve Lenin'i aynen
bulduklarını sanıyorlar. Bu herzaman rastlanan bir çakışma olayı olmakla
beraber çok tehlikelidir, çünkü Latin-Amerika devrimi ancak belirli tecrübeler
ile keşfedilebilecek çok özel ve farklı gelişme şartlarını kapsar. Bu
bakımdan halk savaşları üzerindeki teorik eserlerin faydası kadar zararı
da dokunmaktadır. Bunlara, savaşın gramer kitapları deniliyor ama, yabancı
dil evde oturup dil kitapları okunarak değil, o dilin konuşulduğu ülkede
daha hızlı öğrenilir. Savaş zamanında, hele silahsız ve tecrübesiz
gerilla çetelerinin tam teçhizatlı bir düşman ile karşılaşmak zorunda
oldukları ilk safhalarda sür'at meselesi hayati bir önem taşır.
Fidel bir defasında gerillaların bazı başarısızlıklarını,
savaşa karşı takınılan tamamen entellektüel bir tutuma vermişti. Fiziki
zayıflığı ile kır hayatına intibak noksanlığı dışında aydın,
halihazır durumu önceden edinilmiş ideolojik yapılar yoluyla kavramaya çalışacak
ve adeta kitap sayfaları içinde yaşayacaktır. Mevcut kaynaklarla yetinme
yada yenilerini bulma konusu ile sıkıştığı zaman âni ve gözüpek
kararlar verme hususunda başkalarından daha az muktedir olacaktır. Zaten
bildiğini sandığı için daha yavaş öğrenecek ve esnekliği daha az
olacaktır. Birçok Latin-Amerika ülkesindeki sosyal şartlar gereği ve
tarihin bir cilvesi olarak bu öncülük rolü öğrenciler ile devrimci aydınlara
düşmektedir.
Bunun neticesi, bu hatalar ile yanlış anlamaların
bedeli ödenmektedir. İspanya'ya karşı girişilen kurtuluş savaşlarından
beri yıllaryılı tekrarlanan felâketler ile kıyaslanınca ödenen bedel çok
fazla sayılmaz. Bolivar'ın biyografisini okumak, bugünün Amerikan devrimci
savaşları için geçerli dersler de dahil savaş ve Amerika hakkında pekçok
şey ortaya koyar. Bu derslerin en değerlisi, azim. Dört yılda Amerikan toprağından
beş defa sürülmüş, yenilmiş, gülünçleştirilmiş, yapayalnız kalmış.
Deliliğe varan bir inatla beş defasında da geri gelmiş ve Boyaca'da ilk
zaferini kazanmış. Her seferinde bir şey daha öğrenmiş: İnsan ve silah
noksanlığını telâfi için sür'ate ve süvariye olan ihtiyacı; savunucu ve
statik değil, saldırıcı ve hızlı bir savaş gereğini; taraftarları ile criollo'lar
(Amerika doğumlu İspanyollar) arasında bugün bizim subjektif şartlar
dediğimiz şeyin teşekkülünü hızlandırmak için İspanyollara karşı
ölüm-kalım savaşı ilân ederek gemileri yakmak ve geri dönüş imkânlarını
yoketmek usullerini; İspanyollar köylük yerleri kontrolleri altında
bulundurduğu gürece Caracas'ın teşkil ettiği tuzağı; ovalar ile kuvvetle
savunulmuş üslerden saldırarak şehirleri kuşatma taktiğini; en sonunda
belirli yerlerin önemini, (Caracas Amerika için ne ise, Coro da Caracas için
aynı şeydir) yavaş yavaş öğrenmiştir. Yakınlarda aynı çeşitten bir
inatçılık örneğini defalarca felâketin eşiğine kadar gelmiş Fidel'de görmekteyiz.
Moncada (1953), Granma çıkartması (1956) ve daha küçük ölçüde olmak üzere
1958 Nisan grevi, çoğu kişiye evine giderek daha iyi günlerin gelmesini
bekletecek denli ters olaylardı. Zacapa ve Izabal gerilla çeteleri kurulmadan
önce Guatemela'da kaç tane gerilla foco[2]
dağıtılmıştır? Epeycesi yokolmuş, yada dağılmıştır. Ya Venezüella'da
kaç tanesi yenilmiş, ihanete uğramış, yada bölünmüştür? Gene de
gerilla kuvvetleri yaşamaya devam etmişler ve bugün her zamandan daha canlıdırlar.
Bu canlılığın sebebi de belki savaşın ciddi olarak henüz başlamış
olmasıdır.
Latin-Amerika devrimci hareketlerinin girişini
teşkil ettikleri kısa süre ve geçen birkaç yılın bütün devrimlerin ilk
sayfalarında karşılaşılan kalkış ve yerine oturma dönemine rastladığı
dikkate alınırsa gerçekten küçük sayılırlar. Doğrusu, gerilla
hareketleri bazısı kaçınılabilir, bazısı kaçınılamaz pekçok yanlış
çıkışlardan ve sayısız hatalardan sonra hâlâ yaşayabiliyorsa bu canlılığa
da şaşmamak gerekir. Fidel'e göre işin sevinilecek yanı da budur ve bu
durum tarihi hareketi itme gücünü gösterir. Gerçektende karşılaşılan
yenilgilerin sebeplerini durgunluk ve hızlı hareket eksikliğinde aradığımız
kadar, gerilla harekâtının diğer uluslararası tecrübelere olan aldatıcı
akrabalığına rağmen yeni bir devrimci kavram ve metod arama dönemindeki kaçınılmaz
hata ve yanlışlıklarda da aramak doğru olur. Bütün bu devrimci sürçler söylediğimiz
sebepten dolayı yanlış adımlarla başlamak zorunda kalmıştır ve başlamıştır
da. Hemen dâima bir önceki tarihi dönemden kalma çıkış noktaları bilinçsiz
olarak kullanılmıştır. Bütün bu yanlış çıkışlar içersinde
Latin-Amerika'daki gene en az zararlısı olmuştur. Herzaman, harekâtın yönü
değiştirilmeksizin hızı ayarlanmış, doğru strateji ve prensipler bir yana
itilmeksizin taktiklerde düzeltme yapılmıştır. Böyle zamanlarda iki kamp
arasındaki derin farklar su yüzüne çıkar.
Devrim geçiren her ülkede, bir yanda
devrimciler, öte yanda reformcular ve geleceğin dönekleri arasında bir karşılaşma
olmuştur. 1905'den sonra Pasifist ve bozguncu düşünce, Rus Sosyal Demokrat
partisinde kuvvet kazanmıştır. Cenevre'de sürgünde bulunan Lenin ile arkadaşları,
Duma'nın temsili demokrasisi bir işçi ayaklanmasına karşı çıktı diye değil,
kötü yönetilen bir ayaklanmaya engel olmak için itirazlarda bulunmuşlardır.
Çin'de 1927 yenilgisinden sonra Mao ve diğerlerinin yaptıkları gibi,
Kuomingtan'ın hakimiyeti altındaki büyük şehirlerde hızlı bir ayaklanmaya
karşı koymak gerekliydi. Çin'in o gün içinde bulunduğu şartlara uygun
olarak yeni bir işçi ayaklanması değil, köylere çekilerek uzun yürüyüşe
hazırlanmak daha uygun görülüyordu. 1953'de Moncada felâketinden sonra
Fidel ve arkadaşları, Batista'ya karşı silahlı mücadele ilkesini
terketmediler, fakat ona farklı ve daha doğru bir muhteva verdiler. Devrimci için
her başarısızlık bir deneme tahtasıdır ve teoriye kaynaklık etmesi yönünden
zaferden daha zengindir; tecrübe ve bilgi deposudur. Latin-Amerika'da her çeşit
silahlı mücadeledeki birkaç yıllık tecrübe, nesnel şartların öznelliğini
daha önceki on yıllık ödünç alınmış politik teoriden çok daha iyi
ortaya koymuştur. Tarihi açıdan Küba, Latin-Amerika'da diktatörlüklere karşı
verilen silahlı mücadelenin çıkış noktasını oluşturmuştur. İşte bu
çıkış noktasının, dikkatle, her zaman gözönünde bulundurulması, doğru
bir temel üzerine oturtulması gerekir.
Amerikan işçi ihtilâlinin kahramanları olan 40.000 La Paz'lı maden ve
sanayi işçisinin fedakarlığı ve dayanışması inkâr edilebilir mi?
Silahlı savunma, taraftarlarının cesaretsizliği
yüzünden itibarını yitirmemektedir. Tam tersine, asıl sakınca sınırsız
fedakârlıktan ve sonu politik iktidardan başka heryere çıkabilen israf
edilmiş kahramanlıklardan doğmaktadır. Bu sebeple kendiliğinden ortaya çıkan
silahlı bir mücadeleden sözetmek daha yerinde olur. İdeolojik kaynağı bize
doğduğu devreyi açıklamaktadır: Marx'tan önce. 18. yüzyılın sonunda
Peru'da Tupac Amaru II'nin yönettiği kızılderili ayaklanmasına pekâlâ
silahlı savunma diyebiliriz. Kızılderililer baş kaldırmış, Criollo toprak
adalarını sürmüş, İspanyolları öldürmüş ve çalınan topraklarını
geri almışlardır. Nitekim hareket bölgesel zaferler içinde hızla dağılmış;
kıyıya yaklaşan kızılderililer araziyi işgal etmiş ve dağlarda kalmışlardır.
Ne düzenli bir ordu kurulmuş, ne bağımsız birlikler oluşturulmuştur. Dağların
efendisi asiler, Krallığın merkezi Lima'ya yürümeyi küçümsemişlerdir. Böylece
Lima yeni bir ordu kurmak için zaman kazanmış ve zafer —hangi şartlar altında
olduğunu siz düşününüz— kolaylıkla kazanılmıştır. Hemen hemen aynı
devrede meşhur Manuela Beltran'ın yönettiği Kolombiya'lı Comuneros
ayaklanmasına da silahlı savunma diyebiliriz.
Kısacası, devrimci gerilla savaşlarından önce,
köylü savaşları olduğu gibi, bilimsel sosyalizmin ilerlemesinden önce de işçi
ayaklanmaları vardı. Fakat bunlar arasında herhangi bir iç bağıntı
yoktur. Marx ile Sorel arasındaki ilgi neyse, gerilla savaşları ile köylü
ayaklanmaları arasındaki ilgi de odur.
Ekonomizm, partinin öncü rolünü nasıl inkâr
ediyorsa; silahlı savunma da organik açıdan, sivil halktan ayrı olan silahlı
birliklerin rolünü inkâr etmektedir. Nasıl reformculuk, militan ve
disiplinli bir örgüt gözetmeksizin bir kitle partisi kurmayı amaç
ediniyorsa, silahlı savunma da, herkesi silahlı bir mücadele içinde birleştirmeyi,
gerilla birliklerinin ortasında kadınıyla, çocuğuyla, ehli hayvanlarıyla
bir kitle gerilla kuvveti yaratmayı tasarlamaktadır.
Kendiliğinden ve aniden oluşum nasıl sömürülenler
için politik iktidarı hedef almıyor ve bunun sonucu politik bir parti biçiminde
örgütlenmiyorsa, silahlı savunma da sömürülenler için askeri bir üstünlüğü
öngörmüyor ve bunun sonucu hareket serbestliği olan düzenli bir halk ordusu
olarak örgütlenmeyi amaç edinmiyor. Stratejik seyyar kuvvetin, silahlı mücadelenin
bir numaralı hedefi olmadığı ve politik iktidarın ele alınması bilinçli
ve görünür bir amaç sayılmadığı yerlerde, silahlı savunmaya rastlanıldığı
söylenebilir. Silahlı savunma, ayaklanmayı dışarda bırakmıyor; fakat bu
ayaklanma daima bölgesel olacak ve hareketini bütün ülkeye yayma olanaklarını
araştırmayacaktır. Silahlı savunma kısmidir, oysa devrimci gerilla ülkenin
her yanındaki her çeşit mücadeleyi kendi hükmü altında birleştirerek
topyekün bir savaşı amaçlar. Mahalli olması sebebiyle silahlı savunma
uygulayan bir topluluk, işin başında insiyatiften yoksun demektir. Ne savaş
bölgesini seçme serbestliği, ne esneklikten faydalanma olanağı, ne manevra
ne baskın olasılığı vardır. Savunma bölgesi zaten belli olduğundan, düşmanın
kendi tayin edeceği bir anda çevirme harekâtına girişerek dikkatle hazırlanmış
bir taarruza geçmesi daima mümkün olacaktır. Halkın savunduğu bölge ya da
şehir düşmanın saldırısını pasif olarak bekleyecektir ve onun keyfine bağımlı
olacaktır. Ayrıca silahlı savunma, "düşmanın durumu daha
kötüye götürmemesini de" temin edebilecektir (Che
Guevara). Ne temsili demokrasileri, ne de oligarşik rejimleri sınıfsal içeriklerini
ortaya koymaya da zorlayamayacaktır. Silahlı savunma hakim sınıfın, şiddete
dayanan bir diktatörlük olarak hakiki karakterini gizlemesine yardım edecek, "oligarşik
diktatörlük ile halktan gelen baskı arasında
kurulmuş olan suni dengeyi bozacak yerde
onu devam ettirecektir." (Che). Böylece silahlı
savunma, ezilen sınıflar arasındaki bölünmeleri arttırmak, tavizci çözümleri
zafermiş gibi göstererek hakim sınıfın oynadığı oyun içinde rol almış
olur.
Hepsinden fazla Vietnam'da ve aynı zamanda Çin'de
milis kuvvetleri içinde örgütlenmiş köylü silahlı savunma birlikleri,
silahlı kurtuluş kuvvetlerinin yapısında temel taşı olarak önemli bir rol
oynamıştır; fakat bu savunma, askeri açıdan tamamen ya da yarı yarıya
kurtarılmış bölgelere egemendi ve hiçbir zaman otonom bölgeler yaratmış
değildi. Bu savunma bölgeleri, başka cephelerde Vietminh'in düzenli ve
seyyar kuvvetleriyle topyekün savaşlar vermesi sebebiyle yaşayabiliyordu. Böylece
mücadelenin tüm yükü omuzlarına yükletilmeksizin, bütün nüfusun savaş
içinde birleştirilmesi mümkün oluyordu. Fransız kuvvetlerinin dağılmasını
sağlayarak bu bölgeler düzenli ve yarı düzenli kuvvetlerin yükünü
hafifletiyor ve bunları Genelkurmayın stratejik planları gereğince tayin
edilen cephelerde azami kuvvetle harekâtta bulunmaları temin ediliyordu. Eğer
sivil halkın savaşdışı bırakılmasından kaçınılmak isteniliyorsa, bu
savunma Latin-Amerika'da Vietnam'daki kadar yararlı olmayacaktır.
Che Guevara, Giap'in, Guerre du peuple,
armée du peuple'sine yazdığı önsözde şöyle diyor:
Gerçek nedir?
Küba ile bazı öteki Latin-Amerika ülkelerinin
tarihine göre yargıda bulunmak gerekirse, gerilla savaşı şu aşamalardan geçmektedir;
önce kurulma aşaması; ikinci olarak mevcut bütün araçlarla (harekât ve
taktik kuşatmalar, paraşütçü kıtaları, bombardımanlar, v.b.) düşmanın
giriştiği saldırıyla ayırtedilebilecek olan gelişme aşaması; nihayet,
hem askeri hem politik devrimci taarruz aşaması. Aşılması en güç ve her
çeşit olaylara en çok maruz kalınan birinci aşamada ilk topluluk başlangıçta
tamamen göçebe bir hayat sürer. Sonraları, savaşçıları sertleştiren ve
olgunlaştıran daha da uzun bir dönemde muntazam posta hizmeti, ikmal hatları,
sıhhiye kuvvetleri, silah depolarının organizasyonu ile gerçek kuruluşun
son aşamasına ya da askeri bir harekât aşamasının kuruluşuna geçilmiş
olur. Bu gelişme ve savaşçıların sayısında artma ile birlikte sınıflara
ayrılma sebebiyle görece bir küçülme de olur. Yani, sınıflar, küçük ölçüde
sanayii ve subay kadroları, genişlemektedir. Başka bir deyişle, gerilla ateşgücü
ve taarruz kuvvetinin genişlemesine karşılık teknik konum da (silâh,
muhabere, imalât, patlayıcı maddeler, eğitim okulları v.b.) büyür.
Marquetalia gibi bir savunma bölgesi ilk aşamada sonuna gelindiği (bir
hareket bölgesinin pekiştirildiği) ve hemen ikinci aşamaya geçerek düşman
taarruzuna karşı koyma, taktik insiyatifi elealma ve gerilla cepheleri kurmak
için ana kuvvetten birlikler seçme zamanının geldiği izlenimini verebilir.
Ama durum, bu değildir. Köylü silahlı savunma arazileri, silahlı bir devrim
mücadelesinin tepe noktası olmayıp, muhafazakârlar ile liberaller arasında
sonu belirsiz ve düşmanın askeri potansiyeli üzerinde etkisiz bir iç savaş
olduğundan, Marquetalia topluluğu ile başlayan gerilla çetelerinin, savaşçıların
ailelerinin yükünden, halkı tahliye etme görevinden, sürülere ve çiftlik
araçlarına bakma zorunluluğundan kurtulmadan ilk göçebelik aşamasına dönmesi
gerekir.
Bolivya'daki işçi çevresinde, buna benzer bir
durumda bir trajedi ile kaşıkarşıya gelinmiştir. Millileştirilen büyük
kalay madenlerinde 26 madenci bütün bir altiplano'ya yayılmıştı. Fakat
esas maden kalesi Siglo Veinte, Huanuni ve Catari
madenlerinin bulunduğu 9,5 mil uzunluğunda 6 mil genişliğinde bir arazi kuşağı
içinde yoğunlaştırılmıştı. 1952'de madenciler oligarşinin ordusunu
mahvettiler, liberal bir hükümet kurdular ve neredeyse iktidarı ele aldılar.
Devrim burjuvaziye döndü; madenciler yavaş yavaş bütün bağları koparttılar.
Ellerinde silâh, milis kuvveti, radyo, kuvvetli bir sendika, dinamit ve detentör
—bunlar hergünkü iş araçlarıydı— ile beraber memleketin başlıca
zenginliği şeytanın madeni kalay vardı. Yarı felçli ve uyuşukça
geri çekilerek milli burjuvazinin yeni bir ordu kurmasına izin verdiler;
grevlere, çatışmalara mücadeleye son verdiler. Sonra, gayet tabii ordu
kendisini yaratan milli burjuvaziyi yuttu ve işçi hareketinin ezilmesi için
Amerika'dan emir geldi. Askeri cunta eski sendika lideri Lechin'i tutuklayarak işçileri
tahrik etti. Troçkistlerin teklif ettiği sınırsız genel grev 1965 Mayısında
ilân edildi. Ordunun özel birlikleri Rangersler, özel paraşütçü kıtaları
ve piyadeler, madenleri kuşatarak madenci milislerine karşı cepheden saldırıya
geçtiler. Uçaklar La Paz yakınındaki bir madeni bombaladılar ve bir diğerini
makinalı-tüfek ateşine tuttular. Sonuç; madencilerden yüzlerce, askerlerden
de 30-40 kadar ölü; madenlerin ordu tarafından işgali; askerler tarafından
kırılan kapılar ve makinalı-tüfek ateşine tutulan aileler; sendika
liderleri ile militan madencilerin hapsedilmesi, ya da öldürülmesi.. Hedefe
varılmıştı. Herşey düzene sokulmuştu, nefret ve öfkeli gözyaşları
bile. Gelecek sefere kadar.
Şayet La Paz ile bazı kır bölgelerine ilâveten
birkaç madende ortak bir genel ayaklanma olsaydı ve bu ayaklanmalar başka
yerlerde başka vasıtalarla yürütülen uzun yıpratma savaşları ile
tamamlansaydı, devrimci sendikalarda teşkilâtlanmış madenciler sonuca varan
bir rol oynayabilirlerdi. Fakat birşey imkânsız görünmektedir; spontane bir
ayaklanma, birkaç gün içinde, Kuzey Amerikan askeri yardım kurulları tarafından
eğitilmiş, şok kıtaları ile donatılmış sayıca az fakat saldırgan
modern bir dikta ordusunu yenemez. Kısacası zaman değişti, 1952'yi 1966'da
tekrarlamak güçtür. Madencilerin bugün başarılı bir savunma ve saldırı
imkânları var mıdır?
Miliciano'lar millileştirilmiş madenlerdeki işçilerdir.
Bir grev ya da ayaklanma durumunda hükümet yolları keser ve La Paz'dan tren
ya da kamyonla madenlere gelen gıda ikmalini durdurur. 12.000 fit yüksekliğindeki
maden bölgesindeki kayalık arazide pekaz şey yetişir. Aymara kızılderililerin
bazı kabileleri patates ve kınakına yetiştirirler ve bir de lama eti
kuruturlar. Bu ev ekonomisinden az şey beklenir. Gıda stokları ancak on gün
yetebilecek olan madencilerin zafere hızla ulaşmaları gerekir. On günden
sonra, ne çocuklar için süt, ne hastanelere ilâç ne de kasaplarda et
bulunur. Öte yandan madenciler trenleri madenin girişinde durdurarak cevherin
sevkini önleyebilirler. Fakat bu eşit olmayan bir savaştır ve daha başlangıçta
madenciler yenilmişlerdir. Dikta hükümetinin bankada parası, Kuzey
Amerika'dan desteği ve herzaman emrine hazır Şili limanları vardır; maden
cevheri olmasa da uzun zaman dayanabilirler. Oysa silahlı madencilerin, her geçen
gün gıda stokları tükenmektedir ve hepsinin kaderi aynıdır. Çocukları gözünün
önünde erimekte, işçi arkadaşları bir kaşık ilâç olmadığı için ciğerlerindeki
maden tozunun meydana getirdiği öksürüğü yenememektedir. Yalnız ve bağımsız
olsalar yakındaki bir şehrin depolarına yapacakları bir baskın, birkaç
haftalık ikmallerini temine yetecektir. Fakat bu durumda yokluk hem kendilerini
hem de ailelerini yiyip bitirmektedir.
Madenler aynı zamanda şehirdir. Kuyulardan
biraz ötedeki penceresiz muazzam kül rengi barakalarda madencilerin aileleri
oturur. Dondurucu yaylada ne bir ağaç, ne bir çalı, gözalabildiğine kırmızı
toprak üzerinde kesif bir pırıltı. Sıra sıra barakalar bombardıman için
kolay bir hedef oluştururlar. Bombardımanlar üretimi değil, halkı tehdit
eder; çünkü madenler toprağın altındadır ve toprak üstü tesisleri ancak
birkaç tanedir. Tasfiyehaneler ya İngiltere'dedir ya Amerika'da. Başka bir
zaaf da madenlerin on, yirmi ya da daha fazla mil mesafelerde oluşudur. Ordunun
bunları birer birer tecrit etmesi, koordine etmek için madencilerin biraraya
gelmesi güçtür. Ne plân var, ne merkezi askeri komuta, ne askeri eğitim, ne
de ulaştırma aracı. Üstelik milis birlikleri ancak gece hareket edebilir.
Olsa olsa gündüzün şehirlere doğru, düşmanın ardındaki belirli
hedeflere karşı birkaç komando hareket edebilir. Fakat bu tip hareket hem
silahlı savunmanın hem de ayda aldığı ortalama 30-40 dolar için devamlı
çalışma zorunda olan miliciano'ların somut hayat şartlarının çok
ötesindedir. Bu durumda ablukanın kalkması için birşeyler yapmak hususunda
sabırsızlık ve umutsuzluk alâmetleri başgösterecektir. Fakat ne? Hazırlıksız
hareket, intihar demektir. Makinalı tüfeğe karşı elle fırlatılan dinamit
faydasızdır, tüfekler ise Chaco savaşından kalma. Mermi pahalı ve az. Ya uçaklara
karşı ne yapmalı? Bir ordu ancak başka bir ordu ile yokedilir. Ordu; eğitim,
disiplin ve silâhla olur. Kardeşlik ve cesaret ordu kurmaya yetmez. Bunun tanığı
İspanya ve Paris Komünüdür.
İşyerine bağlı, savaşan kadınlarla ve çocuklarla beraber; kendilerine ve
yakınlarına karşı girişilecek hertürlü saldırıya açık; manevra
yapamaz; askeri organizasyondan, liderlikten ve paradan; kısacası, seyyar bir
kuvvet haline gelebilmek için her türlü maddi imkandan yoksun. Bu durumda
madenciler katliama mahküm demektir. Kırım gününü ve saatini ordu tespit
eder. Hareket nerede başlayacak, askerler hangi yoldan ilerleyecek, paraşütçüler
nerelere indirilecek. İnsiyatif ile harekâtın gizliliği tamamen orduya bırakılmıştır.
Madenciler için kendi kaynakları ile günışığında kıtaların taliminden
başka yapılacak iş kalmamıştır. Ana üsleri biliniyorsa, taarruza uğrar
ve kolayca yokolur. Öte yandan, karşı taarruzları pek uzağa gidemez, çünkü
arazinin doğası onları tutan ve hattâ geriye doğru çeken esnek bir kuşak
gibidir.
Organik olarak sivil halktan bağımsız, sivil
savunma görevlerinden uzak ve politik iktidarı faşist diktatörlüğün
elinden alma gayesiyle halk kuvvetlerini silahlı birliklerle donatmak ya da
donatmamak! İşte devrimci sözebeliğini, devrimci teoriden ayırdeden kesin
ölçü budur. Troçkizm'in sağduyu karşısında tutunamadığını biliyoruz.
Her yerde ve hiç bir yerdedir. Saklanarak kendisini belli eder. Asla kendisi,
yani Troçkist değildir. Troçkist ideoloji bugün birkaç yönden birden
ortaya çıkmıştır. Devrimci hareketin uğradığı geçici yenilgiyi bahane
etmektedir, fakat iktidarı ele geçirmek için
daima aynı stratejiyi teklif etmektedir. Bu stratejiyi şöyle özetleyebiliriz:
İşçi ve köylü kitleleri heryerde sosyalizmi
canı-gönülden istemektedir, fakat hâlâ Stalinist bürokratik kuvvetin
elinde oldukları için, bunu henüz bilmemektedirler. Bu durumda işçilerin,
uyuyan âni hareket kabiliyetini uyandırmak gerekir. Bu hedefe varmak için
gerilla hareketi devrimci mücadelenin en yüksek biçimi değildir. Temele çift
güç yerleştirilmelidir; fabrika ve köylü komitelerinin oluşturulması için
bir çağrıda bulunulmalıdır. Komitelerin çoğalmasıyla nihayet tek bir
Birleşmiş İşçi Konfederasyonu oluşacaktır. Bu konfederasyon, dağlarda ve
şehirlerde âni ve genel bir ayaklanma ile iktidarı ele geçirmenin aracı
olacaktır. Ondan sonra ajitasyon çalışmaları, grevler ile işçi gösterilerinin
hızlanması sağlanmalıdır. Kır yerinde hedef köylü birliklerinin teşkilâtlanması,
arazinin işgali ve sosyalist devrim! bağırışları ile yavaş
yavaş şehirlere yayılacak olan mahalli ayaklanmaların organizasyonu olmalıdır.
İşçiler adım adım üretim araçlarını kontrollarına almalıdır. Sonra
hemen, her hangi bir araç, ya da özel bir birlik kullanmaksızın doğrudan doğruya
devlet otoritesine karşı ayaklanmalıdır. Devrim, bir kitle ayaklanması
noktasına kadar keskinleşecek olan mevcut ya da gizli ekonomik mücadelelerden
doğacaktır.
Peru, Guatemala ve Brezilya (Sao Paulo ile
Kuzeydoğu Brezilya), IV. Enternasyonalin, Latin-Amerika Buenos Aires Bürosunca
seçilen üç ülke idi. Hugo Blanco, Arjantin'den dönüşünde, Convencion
Vadisi köylüleri ile bu şekilde çalıştı. Juliao'nun köylü kurumları
aynı şekilde incelenmelidir. Öteki oluşumların yalnız başına bırakılması
ve yardım ihtiyacından faydalanarak Guatemala'daki 13 Kasım Hareketi
(MR-13) ve bu hareketin lideri Yon Sosa'ya Posada's Enternasyonali tarafından
yakın zamana kadar kabul ettirilen hareket çizgisi de böyleydi. MR-13 'ün
organı olan Revolucion Socialista ilk sayısında (Temmuz 1964)
şöyle diyordu: "Silahlı mücadeleyi halk savaşı
şeklinde aşamalı olarak örgütlendirme prensibi
biçimi, bürokratik ve militaristtir. Bu prensip
kitleleri küçümsemeye, onları kullanmaya ve
onların doğrudan doğruyamüdahalesini geciktirmeye
sebep olmaktadır." Troçkizm, devrimin sosyal karakterine,
programına büyük önem atfeder ve tamamen sözde kalan bu önemseme ile,
sanki devrimin sosyalist olduğunun binlerce defa tekrarlanması ile gerçekleşmesinin
kolaylaşacağına inanır. Ne var ki bu sorunun candamarı teorik olmayıp Sosyalist
Devrimin gerçekleşeceği örgütün biçimi ile ilgilidir. İşte
meselenin burasında onların sözünü ettikleri devrimin yalnız ütopik olduğunu
öğrenmekle kalmıyor, kullandıkları araçların toplumu devrime götürmek
şöyle dursun, mevcut halk hareketlerinin ütopik yoldan bir güzel ezilmesine
yolaçmaktadır. Bu noktada, Guatemala'da kurulan FAR'ın (Fuerzas Armadas
Rebeldes) bir birliği olan Edgar Iberra gerilla cephesinin
görüşlerini dinleyelim. Önce, Guatemala devrimi için milli demokratik
bir programın anlamsızlığı ve milli bir burjuvazinin yokluğu
belirtildikten sonra Troçkist harekete şöyle sesleniyor:
Görevi gereği, mesaj götürüp getirmek, bilgi toplamak ya da temas sağlamak için dağ ile şehir arasında gidip gelen insanın —guerrillero ya da köylü— özellikle düşman faaliyetine maruz kaldığı defalarca gözlemlenmiştir. Gönlüyle ya da zorla bunlar aracılığı ile gerilla birliğine girmeye çalışılmaktadır ve şunlar vasıtasıyla belli bir foco'ya mensup savaşçıların bulundukları yerin meydana çıkartılması mümkün olmaktadır.[9] Fidel'e göre, gerilla birliği ile şehir arasındaki irtibat görevinin doğurduğu tehlikenin psikolojik bir tarafı vardır. Başlangıçta bir gerilla zaferinden emin olmayan savaşçı, görevini yerine getirmek için kamptan ayrılır. Aşağıda kuşatmayı yapan ordunun gücünü, teçhizatını, kalabalıklığını görür. Aklına hemen aralarından henüz ayrıldığı karnı aç çete gelir. Aradaki zıtlık çok büyüktür, hedef ulaşılamaz gibi görünür ve zafere olan inancını yitirir. Bu denli çok kamyonu, helikopteri, her çeşitten silah ve malzemesi olan çok sayıdaki askeri yenmeye yeltenmenin güçlüğünü ya da mantıksızlığını düşünür. Artık inancını yitiren bu kimse düşmanın merhametine kalmıştır. Yeniler için durum budur. Aşağılar, zayıfların moralini bozmaktadır. Özetlersek, gerilla kuvvetinin saldıran ordu üzerindeki avantajlarından, gezicilik ve esnekliği devam ettirildiği sürece faydalanılabilir. Bir harekâtı yürütebilmek için hazırlıkların gizliliği, eylemin sürati ve şaşırtma unsuru büyük bir dikkati gerektirir. İnsiyatifi, hareket hızını, manevra kabiliyetini kaybetme tehlikesine katlanırsa gerilla birliği yanına kadınları, çocukları ve ev eşyasını köyden köye gezdirmek için alabilir. Sivillerin mecburen gerilla yürüyüşüne katılmaları halinde gerilla kuvvetini bütün saldırı yeteneğinden mahrum eder. Hattâ sorumluluğunu yüklendiği sivilleri etkili olarak savunamaz bile. Kendisini sivilleri koruma ya da pasif korunma görevine adayan gerilla birliği, bütünüyle halka öncülük edemeyeceği gibi, milli perspektifide yitirir. Bunun aksine karşı hücuma geçmekle halkın enerjisini güçlendirir ve foco'yu bütün ülke için bir dikkat merkezi durumuna getirir. Böylece, silahlı savunma, gerilla kuvvetini tamamen taktik bir role iter ve onu en ufak stratejik devrimci bir katkıda bulunmaktan alıkoyar. Bu seviyede hareketi seçmekle, halkı ancak sınırlı bir süre koruyabilir. Fakat uzun sürede tersi doğrudur; savunma sivil halkın güvenliğini tehlikeye sokar.
Bu anlattıklarımiz silahlı propaganda ve ajitasyon
faaliyetlerinin reddedilmesi anlamına mi gelmektedir? Hayır!.
Bazı başarılı denemelere göre, gerilla birliği
ilerlerken kendi hatları gerisinde —eğer böyle bir hat varsa— kuvvetli
bir üs kurması için bazı şeyler ya da hiç değilse bir kişi bırakmaktadır.
Fakat bu gibi durumda düşmanı püskürtmeye yetenekli düzenli kuvvetler
tarafından halkın güvenliğinin sağlanmış olması gerekir. Böylece üs,
halk devletinin çekirdeği olarak kendisini örgütlendirmeye başlar.
Ajitasyon ve propaganda çalışması —yani, yeni örgütü halka açıklamak
ve mahalli idarenin kitle örgütlerine devrini gerçekleştirmeye gayret
etmek— önem kazanmakta ve ilerdeki savaşlar ona dayanmaktadır. Propaganda,
savaşın, bir kurtuluş savaşı olması gerçeği üzerine kurulmakta ve
kitlelerin kafasında bu fikri tespite yönelmektedir. Ayrıca üretimin
organizasyonunu, vergilerin toplanmasını, disiplinin sağlanmasını, kadrolar
ve başkaları için okulların kurulmasını, bombardımanlara karşı sivil
halkın korunması için siper ve sığınakların kazılmasını v.b. kolaylaştırır.
Bugün için hiçbir Latin-Amerika gerilla hareketinin, bu faaliyetleri günün
ödevleri arasında gördüğü aşamaya ulaşmadığını görmekteyiz.
Diğer bir deyimle, silahlı propaganda, askeri
faaliyetin önünden değil, ardından gelir. Silahlı propagandanın gerilla
cephesinin dışında değil, içinde yapılacak şeyleri vardır. Bugünkü şartlar
altında en önemli propaganda şekli başarılı askeri faaliyettir.
Silahlı propagandayı, askeri harekâttan farklı
ve ondan önce gelen bir dönem gibi ele almak, boşuna düşmanın tahrik
edilmesine, propagandacı olarak çalışanların öldürülmesine, ya da kaçmalarına
yolaçması ve olası bir gerilla hareketi bölgesinin belli edilmesi demektir.
Latin-Amerika ülkelerinin çoğundaki köylünün sosyal, ideolojik ve
psikolojik şartları ile (bilhassa Küba devriminden sonra iyice takviye
edilen) çeşitli düşman istihbarat teşkilâtları bilinince silahlı ya da
silahsız bir propaganda grubunun gözetleneceği, keşfolunacağı ve gerekirse
daha çekirdek halinde iken ortadan kaldırılacağını çıkartmak kolaydır.
En kötüsü de, grubun kontakları, teşkilatlandırdığı hücreler, kır bölgeleri
ile köylerde işbirliği yaptığı halk da aynı akibete uğrar. Eğer düşman
bekleyecek kadar sağlamsa casusluk servislerinin sızabilmeleri için harekât
başlayana ve hatta daha sonralara kadar bekleyecektir. Örgüte bir köylü
yerleştirilecek ve gerilla birliğinin yeri daha başlangıçta bilinerek
derhal yok edilecektir.
Guerrillero'yu sadece silahlı bir
propaganda durumuna sokan bu anlayışın çıkış yeri nedir?
Latin-Amerika'ya özgü tarihi ve sosyal şartlar
altında daha önce yapılmış silahlı mücadele noksanlığı, Vietnam tecrübesinin
özünden ayrılarak (belki de bilinçsiz olarak) taklidine yolaçmıştır. Dış
ayrıntısı çok iyi bilinen, fakat henüz yeterince incelenmeyen Küba
Devriminin yanlış anlaşılması da rol oynamış olabilir. Belki de, foco'nun
adının amacı, çevirme ve şehir halkını ayaklandırma olan, kır
yerlerindeki kuruluş halindeki halk ordusu ile irtibatlandırılması yanlıştır.
Bir tür biyolojik bir yorum, foco fikrinin, temas, ya da yakınında
bulunmaktan doğan bir sihirle komşu hücrelere mikropların yayılması gibi
bir sirayet gücüne, kendiliğinden bir çoğalmaya benzediğini adeta öne sürmüş
gibidir. Yüz kadar insan dağ halkını konuşmalarla ayaklandırıyor, dehşete
kapılan rejim çığlıklar arasında göçüp gidiyor ve barbudo'lar
halk tarafından alkışlanıyor. Bu şekilde askeri bir foco —topyekün
bir savaşın motor gücü— bir politik propaganda foco'su ile karıştırılıyor.
26 Temmuz Kübalıların önce tek bir mütareke yapmaksızın savaştıkları;
1958'in sadece birkaç ayında Asi Ordunun bir iki yıl içinde öteki Amerikan
cephelerinde olduğundan daha fazla sayıda savaş verdikleri; iki ayda isyancıların
Batista'nın son saldırılarını kırdıkları ve 300 guerrillearos'un
diktatörün 10.000 kişilik kuvvetini püskürttüğü gerçeğinin unutulduğu
görülüyor. Bunu ise genel bir karşı taarruz izlemiştir.
Bu, epey savaş zayiatına malolan, kısa olmakla
birlikte, pekçok taktik yenilikleri, hareketliliği, cüreti ve gerçekten sağlam
bir stratejiyi gerektiren bir savaştı. Patria o Muerte'nin sözleri noktalayan
bir slogan değil, Küba'lı savaşçıların ufak La Plata istihkâmına yaptıkları
taarruzdan, Santa Clara'yi ele geçirmelerine kadar bütün faaliyetlerinde
izledikleri bir prensip olduğu hemen unutuluvermiştir. Stratejik bakımdan herşeyi
tehlikeye atmışlar, sonunda herşeyi kazanmışlardır. Şüphesiz herşeyi
tehlikeye atma stratejik kararı, gerilla kuvvetleri neticesi devrime
malolabilecek kesin sonuçlu savaşlara girişme taktiğini benimsemeye götürmemelidir.
Ayacucho[10]
taktiğinin bugünün devrimlerinde yeri yoktur, herşeyi tek bir savaşta
kazanmayı beklemek anlamsızdır. 1958 Kasımında Guisa savaşında örneğin
Fidel (100 tanesi acemi) 200 guerrilleros ile diktatörün tanklı, uçaklı,
toplu 5.000 askerine karşı koymuştu. Fakat burada isyancıların, arazinin
avantajlarından ustalıkla faydalanabilecekleri dağlara çekilme imkanı daima
vardı. Muharebe, devrimcilerden çok düşman için önemliydi çünkü
devrimcilerin başka yerlerde adayı istila eden kolları vardı. Herşeyi
tehlikeye atmak demek, dağlarda bir defa ayaklanınca savaşçıların, mütareke,
geri çekilme ya da uzaklaşma kabul etmeyen bir ölüm kalım savaşına
girişmeleri demektir. Yenmek, prensip olarak devrimcinin, yaşamın en yüksek
amaç olmadığını kabul demektir.
Aynı taklit tehlikesi, belki gerilla üssü bakımından
da var. Her ülkenin somut şartlarına ve sadece gerilla liderlerinin sorumlu
oldukları askeri kararlara bağlı bulunan bu kavramı burada ayrıntılarıyla
tartışmak bize düşmez. Gerilla üssü, ya da onun yerine kullanılan merkez,
güvenlik bölgesi ile ilgili sorunlara ancak yoğun bir askeri tecrübe cevap
verebileceğinden, biz sadece problemi ortaya koymakla yetineceğiz. Peru gibi
yakın örnekler gözönüne alınırsa, Mao Zedung'un 1938'de Japonlara Karşı
Gerilla Savaşının Stratejik Sorunları
incelemesinde sistemleştirdiği Çin destek üsleri sisteminin Latin-Amerika'ya
ulaşarak, Küba gerilla mücadelesi konusunda bu ülkelerde mevcut kavramla üstüste
bindiğini söylemek mümkündür. Yakın zamanlarda, Montly Review
gibi akademik çevrelere hitabeden yayımlarda, Luis de la Puente'nin ve MIR'in[11]
Peru tecrübesinin bir modeli gibi takdim edildiğini, Küba silahlı mücadele
stratejisinin ve böylece bu derginin, hareketin muhakkak başarısızlığını
tahmin edebildiğini görmekteyiz. Bu ilerici Amerikan dergisinin (Monthly
Review) son sayılardan birisinde -bilgisizlik sınırına varan böylesine bir
inatçı saflığa, bilmiyoruz, hainlik mi, yoksa rezalet mi demeli- Huberman ve
Sweezy'nin kaleminden, Fidel Castro'nun stratejisinin "Dağlarda, Küba'da
olduğu gibi, Peru silahlı kuvvetlerine karşı
tam kadrolu bir savaş kayıp gidecek,
devrimci hareket ve gelişmenin odak noktası
haline gelecek, gerilla kontrolü altında, bir
güvenlik bölgesi kurulması gerektirdiğini okumaktayız."
Daha sonra yazarlar şöyle diyorlar: "De la Puente'nin
başlıca ilavesi, Peru'nun çok daha büyük
olması sebebiyle, bir veya iki değil,
yarım düzine ya da daha fazla gerilla
bölgesinin kurulmasıdır."[12]
Sözde bu Küba stratejisi bir güvenlik bölgesinin kurulmasını çıkış
noktası ve gerilla grubunun ilk hedefi saymakta imiş.
Bir aydının, hele burjuva aydını olursa, herşeyden
önce stratejiden sözetmesi normaldir. Ne yazıik ki, gene de doğru yol ve tek
çıkar yol, taktik verilerden hareketle yavaş yavaş stratejinin tarif ve
tespitine ulaşmaktır. Stratejinin küçümsenmesi ve taktik eksikliği, düşünce
adamına has tatlı bir kusurdur ve bu satırları yazmakla bu kusuru paylaştığımızı
biz de itiraf etmeliyiz. Teorik eserleri okurken kurbanı olduğumuz sapıtmaların
bir sebebi de budur. Gerçekte, taktik nitelikte bir dizi denemelerin sonuçlarını,
bize bazı sözde stratejik kavramların katı çerçeveleri ve prensipleri
olarak sunarlar. İşte bundan, biz de sonuçları, sanki bir çıkış noktası
gibi alırız. Devrimci bir grup için askeri strateji herşeyden önce, politik
ve sosyal şartların karışımından, halkla kendisi arasındaki ilişkiden,
arazinin getirdiği tahditlerden, birbirine zıt kuvvetlerden, kendi silah varlığından
vb. çıkar. Ancak bu ayrıntıya iyice hakim olunduktan sonra ciddi planlar yapılabilir.
Nihayet, -bu söyleyeceğimiz gerilla kuvvetleri için olduğundan daha doğrudur-
aksiyonda hiçbir ayrıntı yoktur, ya da isterseniz, herşey bir ayrıntı
konusudur.
Bu taktikten yavaş yavaş onu çevreleyen ve ona
tekabül eden stratejiye tırmanma ile bütün ara dönemlerde kazanılan tecrübeler,
bir bakıma Küba Devriminin tarihidir. Bu, pratik çıraklık için iyi bir
metodolojik kuraldır. Fidel'in savaşın ta son gününe kadar en küçük
faaliyete ait en ufak somut ayrıntıya karşı gösterdiği sabırlı ve
neredeyse tutkulu dikkat hayret vericidir. Savaş sırasındaki yazışmaları
bunu açıkça göstermektedir; bir pusu harekâtında savaşçıların
mevzileri, herbirine verilen mermi sayısı, gidilecek patika, mayınların hazırlanması
ve yerleştirilmesi, hazırlıkların teftişi vb. Küba stratejisinden
sözetmeden önce, Küba gerilla hareketinin hakiki içeriği hakkında Asi
ordunun üyeleri arasında bir çeşit soruşturma yapmak en azından dürüstlük
gereğidir. Bir aydın, bizim öncü yazarlarımızın durumunda olduğu gibi,
şayet orijinal kaynaklardan bilgi elde etmekte başarısızlığa uğruyorsa,
bu cehaletinin belirli bir sosyal fonksiyonu oluyor, yani aydınlatmak istediği
kamuoyunu -imha kuvvetleri lehine- şaşırtmış oluyor.
Çin tecrübesinin büyük bir stratejik kıymet
atfettiği gerilla üssü ya da sabit destek üssü ilk bakışta bazı lehte şartları
gerektirmektedir:
* Muhabere kolaylıklarının eksik olmasına
yolaçacak derecede geniş bir arazi (bu şarta Mao'nun yukarıda sözü edilen
1938 metninde büyük önem verilmektedir:)
* Kır nüfusunun yoğunluğunun yüksek olması
(oysa Peru'da kilometre kareye 9 kişi düşmektedir).
* Dost bir ülke ile ortak bir sınırın varlığı.
(Vietnam gibi dar bir ülkede en önemli destek üssü Çin ile sınırı olan
ve 1950' den itibaren büyük yardımları görülen Viet- Bao idi).
* Düşmanın paraşütçü kıtaları olmaması.
Bu birlikler hemen bütün LatinAmerika ülkelerinde ayaklanmalara karşı şok
kuvvetlerini oluşturmakta ve muhasara edilen bölgenin merkezine bir yandan
paraşütçü birlikleri indirirken, bir yandan da bölgeyi piyade ile kuşatmayı,
geri ile radyo teması olan küçük seyyar takip birlikleri kullanarak gerillacıların
yerlerinin tespit edilmesi de ihtiva eden en modern takip ve cezalandırma
metotlarını kullanmaktadır.
* Düşman kuvvetlerinin sayıca yetersiz olması.
Bu, Japonlara karşı verilen savaş sırasında muhakkak ki Çin'de mevcut olan
bir şarttı, fakat bugün Latin-Amerika'da durum böyle değildir. Şurasını
da unutmayalım ki, Çin kızıl ordusu, komünist subaylarıyla birlikte
Kuomingtang Ordusunun bütün bir tümeninin komünistlerin saflarına geçmesiyle
daha 1927 yılında düzenli bir ordu olarak kurulmuştu. Japon işgalinden önce
bile, Çin halk kuvvetleri tamamen düzenli birliklere sahipti. Yabancı istilasından
sonra sekizinci ve dördüncü Hareket Orduları, Japonlara karşı üsler kurmuşlar,
1937'deki 40.000 mevcutları 1945'de bir milyona çıkarmışlardır. Bu suretle
Çinliler en önemli daimi üslerini koruyabilecek bir savaşı yürütebilmişlerdir.
Bu şartlardan hiçbirisinin Latin-Amerika'da
bulunmadığı gayet açıktır. Bu yönden, Küba denemesi ile halihazır mücadeleden
çıkartılacak dersler nelerdir?
Gerilla grubu için kritik anın, harekete girdiği
an olduğunu bilmek için sadece gazete okuyucusu olmak yeterlidir.
Fakir ülkelerdeki çocuklar gibi ilk aylarda ölüm
nispeti çok yüksek olup, bu nispet her geçen ay azalmaktadır. Kısa bir savaş
vermek, foco'yu henüz embriyon döneminde iken, araziye adapte olmadan
ya da mahalli halkla yakın ilişki kurmadan ve asgari bir tecrübe kazanmadan
imha etmek, karşı kuvvetlerin altın kurallarıdır. Amerikalı askeri danışmanların
rüyalarında, paraşütçü birliklerinin gökyüzünden yeni kurulmuş bir
gerilla kampının ortasına indiğini gördüğüne bahse gireriz! Şükür ki
bu rüya hiç değilse bu şekli ile gerçekleşemez. Herhalde, tecrübeli saldırı
kuvvetleri ile gerilla kuvvetleri arasında zaman konusunda bir yarış vardır:
Gerilla zaman kazanmak ister, ordu bir an bile kaybetmek istemez; gerilla öğrenmek
ister, ötekisi öğrenmeye zaman bırakmamak ister. Foco mümkün olduğu
kadar erken bulunmalı; her türlü metod kullanılabilir; sessiz sızmadan,
piyade ve hava kuvvetlerinin gürültülü seferberliğine kadar; yeter ki şüpheli
bir bölge ayağa kalksın ve paniğe kapılmış guerrilleros daha açık bir
araziye göç etsin.
Bu şartlar altında gerilla kuvvetinin sabit bir
üssü işgale, ya da bir bölgede birkaç kilometre karelik olsa bile, bir güvenlik
bölgesine dayanmaya kalkışması en iyi silah olan hareketlilikten kendisini
mahrum etmesi, bir harekât sahası içine hapsetmesi ve düşmana en etkili
silahlarını kullanmaya fırsat hazırlamaktır. Güvenlik bölgesi fikrinin
bir fetiş haline getirilmiş şekli, meşhur ulaşılamaz noktalara sabit
kamplar kurulmasıdır. Sadece arazinin özelliklerine bu derece dayanma daima
tehlikelidir ve nihayet hiçbir yer ulaşılamaz değildir; oraya ulaşanlar
olduğuna göre düşman da ulaşabilir demektir. Başlangıçtan itibaren Asi
Ordunun uyduğu kural, düşman sanki daima gerilla kuvvetinin nerede olduğunu
biliyormuş ve sanki en yakın askeri karakoldan bir saldırıya uğrayacakmış
gibi hareket etmekti. Küba'da böylece sızma ve ihanete karşı mücadele,
fevkalade hareketlilik biçimini almıştı. Kampı terkeden herkes -gönüllü
ya da zorla- muhtemel bir ihanet kaynağı gibi mütalaa edildiği için ilk dönemde
kamp yeri ister istemez geçici idi. 1957 sonunda Sierra Maestra'da iki kol
faaliyette idi: 120 kişilik Fidel'in kolu ve bir de onun, Che'nin kumandasına
verdiği -düşman şaşırtmak için dördüncü kol diye bilinen- 40 kişilik
koldu. Ekim ayında Che o sırada 60 kişiye çıkan kolu ile Hambrito Vadisinde
bir üs kurmaya kalkıştı. Daimi bir ordugâh kurdu, fırın inşa etti,
ayakkabı tamircisi ve bir hastane açtı. Eline geçirdiği bir teksir makinası
ile El Cubano Libre'nin ilk sayısını bastı ve kendi sözlerine
göre nehirden elektrik elde etmek için planlar yapmaya başladı. Birkaç
hafta sonra Sanchez Mosquera'nın kuvvetleri üsse taarruz etti ve savunması
planlandığı halde üs kurtarılamadı. Asilerin savunma için yeter
kuvvetleri yoktu. Che, ayağından yaralandı ve içerilere doğru çekilmek
zorunda kaldı. Bu üs kurma teşebbüsü ciddi bir felaketle sonuçlandı, zira
Fidel'in kolu yakındaydı ve Che'nin koluna destek olabilmişti. Eğer tecrit
edilmiş bir foco olsaydı sonuç felaket olabilirdi. Sonuçta, Hombrito'nun
inatla savunulması orduyu sonradan çekilmeye mecbur etti ve üssün imhasını
bir zafer haline getirdi. Üs fikri doğruydu ama, henüz zamansızdı.
Ancak 17 ay devamlı savaştan sonra 1958 Nisanında
asiler Sierra Maestra'nın merkezinde sağlam bir gerilla üssü kurdular.
Bütün bu zaman içinde harekât sahası tek gerilla üssü idi ve bu sahanın
hudutları ötesinde yürütülen aralıksız taarruz Sierra Maestra'nın
küçük bir kısmını kurtarmayı başarabilmişti. Kollar yavaş yavaş
aşağılara indiler, akınlarını sıklaştırarak dağ silsilesine saldırı
kuvvetlerinin nüfuzuna engel oldular. Sierra'nın sakinleri artık, Batista'nın
alayları ile guerrilleros arasındaki kerpeten içine düşmekten
korkmuyorlardı. Bundan da anlaşılıyor ki Sierra Maestra üssü, dışardan
içeriye, çevreden merkeze doğru büyümüştü.
Temizlenen bu arazi parçası üzerinde sahra
hastanesi, küçük el zanaatları sanayi, askeri tamirhaneler, radyo istasyonu,
eğitim merkezi ve kumanda merkezi kurulmuştu. Bu küçük üs, asilere 1958
genel yaz taarruzuna, müstahkem mevkilerden direnme imkanını vermişti. Bu
dar dağ şeridine yaslanarak, asilere ait araziyi bazı kritik noktalarda dört
kilometre derinliğe kadar indiren düşmanın ardısıra taarruzlarına karşı
konulmuştu.[13]
Kuşatma altında bile Asi Ordu üssü terketmeye, düşman çemberini yarmaya
ve hatta gerekirse başka bir bölgede ilk göçebe hayatına dönmeye hazırdı.
Küba'da bir gerilla üssünün kurulması,
sonuca ne kadar etkili olursa olsun, asilerin bir numaralı politik ve askeri
amaçları değildi. Bir numaralı amaç, düşman kuvvetlerinin imhası ve herşeyin
üzerinde silah tedariki idi. Bugünkü Guatemala, Kolombiya ve Venezüella
tecrübeleri Küba denemesinin bu yönden geçerliliğini doğrulamaktadır.
Küba'da sabit bir üssün işgali, gerillaların ilk taarruz harekâtına
geçmeleri için vazgeçilmez bir unsur değildi. Tersine
bilhassa uygun bir harekât sahasına ilk göçebelik döneminden sonra yavaş
yavaş yerleşme ile böyle bir üssün kurulması mümkün oluyordu. İlk
dönemde gerillanın üssü Fidel'in bir tabirine göre, gerillanın hareket
etmekte olduğu saha oluyordu. Gerilla neredeyse, üs orasıydı. Bu dönemde
destek üssü, gerillanın sırt çantasıdır
a) Şehirde kontrolsuz hareket: Tek bir kumanda bulunmayınca, silahlı
mücadelenin aydınlık bir stratejisi olamaz. Aydınlık bir strateji olmayınca
da hareket planı bulunmaz. Gerilla gruplarının şehirlerle bağları kopmuştur,
herbiri kendi başına hareket eder. Şehir kuvvetleri ile onlara bağlı olarak
hareket eden kuvvetler açık-seçik olarak Sierra'nın komutası altına
konulmamıştır. Zaten bunun için, gerilla kuvvetinin emir ve komuta kanadı
ve hareketin itici kuvveti olduğunu kabul etmek gerekir. Bunların neticeleri,
hem gerillaların planlarını, hem girişilen savaşın anlam ve özelliğini
tehlikeye atan anarşik hareketler olur. "Şurasını teslim etmek
gerekir ki," diye yazıyordu 1960'da Che Guevara, "şehirlerdeki
gerilla çetesi kendiliğinden ayağa fırlamaz...
bu çeteler daima başka bir bölgedeki
şeflerin direk emri altındadır. Bu gerilla
çetesinin fonksiyonu bağımsız hareketlere girişmek
değil, faaliyetlerini tamamen stratejik planlar
ile koordine etmektir."[15]
Şehir terörizminin kesin bir rol oynayamayacağı, sadece mevcut politik durum
için bir tehlike teşkil edeceği doğaldır. Ne var ki, bu hareket asıl kırda
yürütülen mücadeleye bağlı kılınırsa askeri yönden bir değeri
olabilir; binlerce düşman askerini hareketsiz hale getirir, saldırı
mekanizmasını fabrikalar, köprüler elektrik santralları, daireleri, yolları,
petrol borularını, vb. korumak gibi pasif görevleri yürütmeye zorlar ve böylece
neredeyse ordunun dörtte üçü oyalanmış olur. Hükümet madem ki hükümettir,
heryerde varlıklıların çıkarlarını korur, oysa guerrilleros'un korunacak
bir dikili ağacı bile yoktur. Gereksiz ağırlıkları bulunmaz. Bu sebeple
kuvvet nispeti tamamen aritmetik terimlerle ölçülemez. Örneğin Küba'da,
Batista bir defada gerillalara karşı 50.000 kişilik kuvvetinden ancak
10.000'ini kullanabiliyordu. Ve Asi Ordu, komutanının bize anlattığına göre,
beş yüze karşı bir nispetine ulaştığı zaman yenilemez hale gelmiştir.
Bu düşünceyle Fidel ta ilk günden açık strateji ortaya koymuştur. Çünkü
16 Temmuz hareketleri, mücadelenin bu döneminde şehirlerde (Santiago ve
Havana'da) dağlardakinden daha çok ve daha iyi organize edilmişti. Ağırlık
noktası, millet ölçüsündeki hareketin liderliğinin merkezleştiği kır
gerillalarının pekiştirilmesi, yani Asi Ordu üzerinde toplanmıştı. Karaya
çıktıktan sonra Fidel, Faustino Perez'i Havana'daki hareketi organize etmekle
görevlendirdi ve kendisine, bu hareketi 20 kişiden ibaret olduğunu bildiğimiz
(1957 Ocağında 20 kişiydi) bir kuvvetin liderliği altına sokma yetkisini
verdi. Mevcut bütün silahlarla Sierra Maestra'ya gönderilecekti; direnişe
tek bir silah bile verilmeyecekti. Bu direnişin genişlik derecesi ile silaha
olan hakiki ihtiyacı gözönüne alınırsa bu direktif pek yersiz görülebilir.
Gerçekten de hareketin şehirdeki koluyla çeşitli çatışmalara ve kırgınlıklara
sebep olmakla beraber, en kısa zamanda Sierra Maestra'daki ilk cephede seyyar
stratejik bir kuvvetin Asi Ordunun kurulması ancak böyle
mümkün olabildi. İşte kurulan bu kuvvet, dikta rejiminin kökünü kazıdı.
Bütün silahlar Sierra'ya! Fidel'in Santiago'daki
hareketin başında Frank Pais'e yazdığı mektubun özü buydu.
Frank Pais'in ölümünden sonra da Fidel, bu
fikir üzerinde ısrarını sürdürdü. 11 Ağustos 1957'de Aly'ye (Celia
Sanchez) şöyle yazıyordu: "Günün en uygun sloganı,
bütün silahlar, bütün mermiler ve bütün
kaynaklar Sierra'ya olmalıdır. " Gene Aly'ye yazdığı
14 Ağustos tarihli başka bir mektupta aynı sloganı tekrarlıyordu.
Kurtuluş hareketinin iki kanadı arasındaki çatışma
kaçınılmaz olarak derinleşiyordu. İki kanat heryerde insan gücü ve kalite
bakımından eş olmayan bir gelişme gösteriyor, bu da güçlükler yaratıyordu.
Bildiğimiz gibi, dağ, burjuva ve köylü elemanları proleterleştirir; şehir,
proleterleri burjuvalaştırır. Çıkacak taktik çatışma ve değerlendirmedeki
farklar, bir sınıf çatışmasını gizler ve proletaryanın çıkarı
paradoksal gibi görünür ama, beklenen tarafta değildir.
Küba'da bu çatışmaların hızla çözümlenmesi
mümkündü ve iktidar alınır alınmaz aynı hızla sosyalizme doğru
ilerlenmiştir; çünkü Fidel ilk günden kır proletaryasının hakimiyetini
savunmuş ve bunu elde etmiştir. Şehrin teklif ettiği ve kabul ettirdiği
birkaç hareketten birisi, felaketle sonuçlanan ve bütün hareket üzerinde
etkileri olan Nisan 1958 genel greviydi.
Asi Ordu kumandanları Birinci Cephede Fidel, İkinci
Cephede Raul, grevi kabul ettiler ve bütün iyi niyet ve güçleriyle hazırlanmasına
yardım ettiler. Neticede, "şehirde olacak işler üzerinde
şehirde oturanlar karar verir" diye düşünüyorlardı.
Sierra, şehirdeki durumu şehirdekiler kadar bilemezdi. Bu sağduyu ilkesi
nedeniyle Fidel, greve karşı çıkmadı. Böylece de hareketin sivil kanadının
subjektivizminin kurbanı oldu.
Genel grevin başarısızlığı, uyuyan bir
bunalımı yüzeye çıkarttı ve çözümlenmesine imkan verdi. Örgüt düzeyinde
liderlik yeniden düzenlendi ve Sierra üzerine konuları bütün ayak bağları
çözüldü. Asi Ordu yüksek kumandanlığı, hareketin milli sorumluluğunu yüklendi.
Mücadeleye sivillerin verdiği anlam tamamen reddedildi. Şehir için gerilla
hareketi, amacı, başkentte darbe için gerekli şartları yaratan bir semboldü.
Sierra için gerilla hareketi, başka yollarla çözümlenemeyen politik
meselelere askeri bir çözüm getirebilen ve getirmek zorunda olan bir
hareketti.
Grevden önce Fidel şöyle yazıyordu: "Eğer
Batista grevi ezmeyi başarırsa hiçbir şey
çözümlenmemiş olur. Mücadeleye devam ederiz
ve altı ayda durum daha beter olur."
(Nasin'e mektup, 23 Mart 1958). Bir genel grevi bastırmak ve ezmek için dikta
sınıfı her türlü araca sahipti, fakat bu araçlar gerilla savaşına karşı
etkisizdi. Böylece, şehirde ezilen devrimi kurtarmak Sierra'ya düşüyordu.
Grevin başarısızlığı sonunda, devrimin ancak Sierra tarafından kurtarılabileceğinin
herkesçe anlaşılması üzerine liderlik sorumluluğunu Sierra'nın yüklenmesi
mantıki bir sonuçtu. Zaferden sora, konuşmalarından birisinde Fidel, bu
hataya sebep olan strateji çatışmalarının temelindeki sorunu ve onu izleyen
tartışmaları anlatmıştır.[16]
Bugün Amerikadaki deneyler de, şehir ve dağ
kuvvetleri arasında bu gibi anlaşmazlıklar ve bölünmeler olduğunu doğrulamaktadır.
b) Kır gerillalarının parçalanması: Tek bir kumanda ve merkezi bir
liderliğin bulunmayışı, henüz olgunlaşmamış bir dizi foco doğmasına
yolaçar. Başlangıçta gerici ve popüler kuvvetler arasındaki eşit olmayan
kuvvet oranı gözönüne alınırsa, bu bölünme, gerillaları saldırı
ordusundan daha da zayıf düşürür. Ordu kuvvetini dağıtmakla gerillalardan
daha az etkilenir çünkü o gerilla gruplarına hepbirden değil, birer birer
saldıracaktır. Böylece her bölgede, gerillaların tek bir foco halinde birleşmesine
oranla daha büyük bir mutlak üstünlük kazanacaktır. Peru denemesi bunun en
açık örneğidir.
Geniş bir arazide harekâtta bulunma zorunluluğu
gözönüne alınarak, asgari ateş gücüne sahip ufak seyyar bir kuvvetin küçük
bir bölgede, ancak etkili saldırılarda bulunabileceği önesürülebilirse
de, kuvvetlerin birleştirilmesi aleyhinde yeterli bir sebep sayılamaz.
Venezüella'da 1962'den sonra foco'ların sayısı
birdenbire arttı, fakat bu yapay bir artıştı ve ne gerilla harekâtındaki,
ne de bu harekâtın taarruz kapasitesindeki gerçek büyümeye tekabül
etmiyordu.
Doğruyu söylemek gerekirse -tek bir komuta
yokluğunun bir sebep ve neticesi olan- bu zoraki büyüme gerillaları zayıflatmıştır.
Belki de bu durum, Venezüella gerillalarının kendilerini politik-askeri bir
öncü olarak kabul ettirmelerindeki gecikmenin ve nihayet 1966 yılında tek
bir komuta altında birleşmelerinin başlıca sebebidir. Ne olursa olsun, -eratı
eğitimden geçmemiş ve çoğunluğu ilk aylarda bertaraf edilen- foco'ların
bu başıboş ve düzensiz dağılışı, Venezüella gerillalarının bir harekât
planına göre faaliyette bulunmayan birleştirilmiş bir hareket olmadığını
göstermektedir. İlk taarruz dalgasından (Falcon, Lara, Truillo, Oriente) sağ
çıkan foco'lardan hiçbirisi kendi etrafında geniş bir mücadele çemberi
yaratabilecek hızda ve kuvvette gelişememiştir. Böyle olunca da yakın
zamana kadar bunlardan hiçbirisi, mevcut siyasi partilerin temsil ettikleri dağınık
kuvvet merkezlerine karşı önemli bir denge unsuru olamamıştır. Silahlı mücadelenin
hakikaten yetkili ve etkili tek bir liderlikten yoksun bulunuşu, cephelerin dağılmasına
ve bu dağılmalarda tek bir liderliğe doğru ilerlemenin gecikmesine yolaçmaktadır.
Bu gecikme kasıtlı olabilir; yani, tek bir
liderliğin kurulmasını engellemek için yeni gerilla cepheleri yaratılabilir.
Fakat bu durumda amaç etkin gerilla cephelerinin kurulması değil, zaferden
sonra kullanmak üzere yedek kuvvet biriktirmektir. Amaç bunları savaşa
sokmak değil, el altında yedek propagandacı ve politik personel bulundurmaktır.
Elde gerilla kuvvetinin bulunması moral güç sağlar. İnsanın sesini yükseltmesi
ve iktidar sahnesine çıkabilmesi mümkün olur. Birbirleriyle rekabet eden
kuruluş1ar arasındaki çekişme, ya da kurulmuş bir öncü kuvvet karşısında
küçük-burjuva duygularına kapılma, gerillaların dağılmasına sebep olur.
Kendisine özgü şartlar içinde Küba, tabii olarak büyüyen tek bir çekirdekten
doğan gerilla kuvvetinin uyumlu gelişmesine bir örnektir. Bu çekirdek,
birlikleri bölgesel olarak doyurulamayacak ve ikmalleri sağlanamayacak duruma
gelince parçalanırlar. Ana hücreden (Sierra Maestra'dan) doğal bölünme
yoluyla öteki tohum taşıyıcı hücreler koparlar. İlk orijinal kol 120 -
150 kişiye kadar çıkar. Bu rakamdan sonra belli bir bölgenin kaynakları tükenebilir
ve birlik düzenli olmayan savaşın yürütülebileceği araziye göre çok büyümüş
olur. Bu koldan artık 45, 50 ya da 60 kişilik başka kollar doğar. (Sierra
Maestra'da 1957 Temmuzunda doğan ilk kol Che'nin kumandasına verilmişti). Bu
kollar yeni cepheler kurar ve aynı gelişme tarzıyla yeni taktik birliklerin
anası olur. Şayet bu kollardan birisi, ana kolla taktik koordinasyonun mümkün
olmadığı ufak bir bölgeye gönderilirse, yeni kol başka bir cephe kurarak
kollar üretmeye devam eder. Raul, Sierra Maestra'dan ayrılarak 60 kişi ile
kuzey Oriente'ye hareket etti ve sonunda birkaç kola ayrılan yeni bir cephe
kurdu. 1957 Martında Almeida, Santiago de Küba bölgesine hareket ederek
sonradan Üçüncü Cephe adını alan cepheyi kurdu. 1958 Ağustosunda Che,
Sierra'dan inerek 120 kişiyle beraber Las Villas'a gitti ve 90 eratla Pinar del
Rio'da Batı Cephesini açmak amacıyla Sierra'dan daha önce ayrılan Camilo
Cienfuegos'un desteğiyle savaşı adamakıllı kızıştırdı. Fakat Aralık
ayı başında, savaşın başdöndüren gelişmesi karşısında kesin sonucun
alınabilmesi için Camilo'ya, Che'nin Las Villas'da giriştiği harekâta tam
bir destek sağlamak hedefiyle bütün birliklerini savaşa sokması emri
verildi. Amaç araziyi ikiye bölerek Doğuda toplanmış Batista ana
kuvvetlerini imha etmekti. Bu kolay ve basit gibi görünen küçükten büyüğe
doğru gelişme tarzının avantajı, merkezi kumanda sisteminin bozulması aynı
zamanda ayrılan kollara kumanda eden subaylara büyük bir taktik serbestlik sağlamasıdır.
Merkezi kumanda ne derece kuvvetli, ne derece berrak ve sağlam olursa,
kendisine bağlı cephelerin ve kolların hareket serbestliği ve taktik esnekliği
o derece büyük olur. Kaynakların ve insan gücünün tek bir foco'da
toplanması, tek bir askeri doktrinin mükemmelleştirilmesine ve eratın
muharebe sırasında uygulamalı eğitime tabi tutulmasına imkan verir. Bu
seviyede askeri doktrin etkisi kanıtlanmış ufak taktik kurallarının
biraraya getirilmesi demektir; kıtalara karargâhlarında, ya da mola
verdikleri sırada değil, harekât halinde iken saldırmak; düşmanın takviye
kuvvetlerine adım adım, yani yürüyüş hattı boyunca pusular hazırlayarak
saldırmak; pusudan sonra çekilen düşman kıtalarına karşı vurucu kuvvet
olarak kullanılmak üzere yedek kuvvet ayırmak; savaşçıların çoğunu ateş
başlamadan önce silahlarını doldurmaktan alıkoymak; düşmanın öncü
kolunu çifte pusuya düşürerek ikiye bölmek ve imha etmek; uzun menzilli
elektrikli mayınları azami ölçüde kullanmak; düşmanın imhasından çok
silahlarının ele geçirilmesini tercih etmek; şaşırtma hareketleri ile
tahrik metotlarında değişiklikler yapma konusunda insiyatifi elde
bulundurmak, yani düşmanı belli yerlerde aynı çeşitten harekete alıştırdıktan
sonra, aynı yerde değişik bir hareketle şaşırtmak; esirleri evlerine göndermek;
yaralı düşmanlara iyi bakmak vb. Böylece subaylar azar azar belli bir moral,
politik ve askeri eğitimden geçirilerek günü gelince bir bölgenin ya da
cephenin stratejik liderliğine, faaliyetlerini kontrol gereği duyulmaksızın
getirilebilir. Aynı okulda hepbirlikte eğitim gören, ortak bir anlayışa ve
taktik bilgiye sahip olan subaylar politik ve askeri faaliyet planını da adım
adım öğrenmiş olurlar. Birkaç defa, herhangi bir şaşırtma hareketinin büyük
bir fayda sağlayacağı anlarda bile Fidel, 1957 Mayısında Miranda Şeker
Merkezi yakınında kurulmuş olan ve felaketle sonuçlanana benzer, henüz
olgunlaşmamış gerilla cephelerinin kurulmasına daima karşı çıkmıştır.
"Canlılığımızı göstermemiz gerekiyordu, çünkü
Llano tarafından ağır darbelere maruz kaldık;
Miranda Şeker Merkezinde başlayan bir cephenin
açılması için gönderilen silahlar, aralarında
Faustino Perez'in de bulunduğu birkaç değerli
lideri elinde tutsak olarak bulunduran polisin
eline geçti. Fidel kuvvetlerin parçalanmasına
karşıydı ama, Llano'nun baskısı karşısında
boyun eğdi. Bu olay üzerine Fidel'in
savunduğu tezin doğruluğu oraya çıktı, kendimizi
Sierra Maestra'yı gerilla ordusunun genişletilmesinde
ilk adım olarak kuvvetlendirmeye verdik."[17]
c) Gelişigüzel kurulan politik
cephenin yapay liderliği: Kumanda birliğinden yoksunluk
bir dizi denge mekanizmasının doğmasına yolaçar. Bunlar içinde en gözde
olanı da silahlı kesimin liderliğinin resmen eline bırakılacağı bir milli
cephe kurulmasıdır.[18]
Kendisini kuran partinin üyelerinden oluşmuş hayali bir cephenin meydana
getirilmesi için büyük enerji sarfedilir. Tek bir parti, bir cephe kurmaya
yetmeyeceği için, parti hesabına yeni örgütler eklenir ve tanınmış
ilerici bağımsız şahsiyetlerin peşine düşülerek isimleri
kulaktan kulağa fısıldanır. Silahlı mücadeleden esirgenen büyük bir
enerji ve gayret, bu ismi var cismi yok kuruluşa harcanır. Alışılan
tepkiler.. Ardından beylik cevap gelir: Yerleşmiş bir kuvvet etrafında belli
hedefler için gerçek ittifaklar yapmayınız, sadece gösterişe önem
veriniz. Dış ülkelerde muhteşem programlar ilan edilir ama, içerde kimsenin
bunlardan haberi bile olmaz. Bu programları kaleme alanlar bugünü zerre kadar
hesaba katmadıkları halde, geleceğe bir yön verdiklerini sanırlar. Program,
Cephe, İttifaklar... Bütün bu parlak laflar dikkatleri üzerinde toplar ve
politik bir cepheye tarihi özelliğini ve etkinliğini verebilecek olan halk
ordusunu faaliyete geçirme hususundaki isteksizlik gözlerden saklanmış olur.
Savaş ile propagandayı birbirine karıştırmamamız gerekir. Askeri politik
liderlik yokluğunun yarattığı boşluğu hiçbir yapay cephe dolduramaz. Bir
boşlukla başka bir boşluk doldurulamayacağı gibi, olsa olsa boşluğun sayısı
ikiye çıkmış olur.
Daha önceki bütün denemelere rağmen, kurumlar
eylemin bir defa daha önüne geçirilmektedir. Harekete geçmeden önce,
emekleme dönemindeki devrimci hareketler ya da üç beş kişilik küçük
gruplar, sanki bir devrim hareketi, tali birliklerin sayısı ile ölçülebilirmiş
gibi, bir bakanlığınkinden daha karışık ve anlaşılmaz kadrolar düzenlenmekte,
emirler, direktifler hazırlanmaktadır. Örgüt biçimleri, özden önce gelir
ve öz daima teşkilatlanmamış olarak kalır.
Bütün bunların sebebi nedir? Bu gibi kimseler
hâlâ kendilerini eski tutkularından kurtaramamışlardır. Bunlar devrimci
organizasyonun daima devrimci eylemden önce geldiğine inanmışlardır.
Anlamaya çalışalım: Temelde, seçim uyutmacasına inanmışlarınkine benzer
budalaca bir idealizm vardır. Bunlar için, dikta altında bile, seçmen oylarının
yarısından bir fazlasının alındığı gün, sosyalizm gelecektir. Şu
paradoksa ulaşmış oluyoruz; reformistlerin barışçı faaliyetlerini yöneten
aynı hipotezler, farkında olmadan silahlı mücadeleye uygulanmaktadır. Durum
bu olunca, yapılan hataların ceremesini gerilla mücadelesinin çekmesine niçin
şaşmalı?
Herşeyden önce, küçükten büyüğe doğru
gitmek gerekir; tersine gitmeye çalışmak faydasızdır. En küçüğü, halk
ordusunun çekirdeği olan gerilla foco'sudur. Bu çekirdeği cephe yaratmaz;
tersine, bu çekirdek gelişerek bir devrimci milli cephenin kurulması imkan
dahiline girer. Cephe bir kurtuluş programının çevresinde değil, varolan
birşeyin etrafında yaratılır. Kitlenin büyük motorunu
harekete geçirir ve bir cephe kurulmasına yolaçar. Zafer küçük motorların
artması ile kazanılır. Fidelist gerilla tecrübesi şu paradoksa işaret
etmektedir; devrimci çekirdek ne kadar zayıf olursa, ittifaklara o derece az
rağbet etmelidir; (Halk Ordusu kontrolü ele aldıkça) kuvvetlendiği ölçüde
bu çeşit ittifaklar aramalıdır; prensiplere (yani mücadelenin sebeplerine)
sadık kalınmalıdır. Bu anlayış, silahlı çekirdeğin saflığını ve
temizliğini muhafaza için önesürülmüş olsa sekterce olabilir, fakat
insafsız bir taarruz savaşının itici gücü ve lideri olarak anlaşılan
dinamik bir çekirdek olarak kabul edilince, hiç de sekterce değildir.
Kendi kurtuluşu adına bu grup hareketsiz ve
tecrit edilmiş şekilde kalamaz. Herşeyini tehlikeye atar. Patria o
muerte! (Vatan ya da ölüm). Ya ölecek, ya yenecek, ülkeyi ve
kendisini kurtaracak. Bir bakıma Asi Ordu, özellikle savaşın başlangıç döneminde,
bir ilkeye dayanmayan gelişigüzel ittifaklara ve diktatöre karşı verilen
savaşa katılmaları için başka partilerin militanları ile halkın seferber
edilmesine daima karşı koymuştur. Sürgündeki teşkilatlara yazılmış olan
ve Miami Paktını beğenmeyen mektubu bu konuda örnek olmak üzere bir defa
daha hatırlatırız. Mektup şu cümle ile sona eriyordu: "Şerefle
ölmek için, insanın yanında başkalarının
da bulunması gerekmez."
Bu garip diyalektiğin gerilla kuvveti ile ordu
arasındaki ilişkiler üzerinde yankıları olmuştu. Başlangıçta asiler zayıfken,
Fidel, hükümet darbesi teşebbüslerine ve askeri makamlar ile temasa şiddetle
karşı koymuştur. 26 Temmuz hareketi, lehine olsa bile, bir hükümet darbesi
Asi Ordu aleyhine olurdu. Karşıt kuvvet eksikliği nedeniyle bir kurtuluş
cuntası idareye elkoyar ve devrimci oluşumu durdurabilirdi. Sonraları Sierra
Maestra güçlenip de öncülüğü yavaş yavaş halk tarafından görülmeye
başlayınca, Fidel askeri makamlarla temasa geçmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı.
Amacı darbeyi teşvik etmek değildi, diktanın devrilmesini hızlandırmak ve
ordu içindeki (özellikle küçük rütbeli subaylar ile Havana'daki yüksek
kumanda heyeti arasındaki) çelişmeleri kesinleştirmekti. Artık bir darbe
yapılsa bile, halkın mücadelesini rayından çıkartamazdı. Darbe gerilla
kuvvetlerini değil, düşman kuvvetlerini bölebilirdi ve gerilla kuvvetleri
kendisine karşı çıkabilecek askeri kuvvetler ile daha da şiddetle savaşabilirdi.[19
1958 Ekiminde Fidel örgütteki bir arkadaşına şöyle yazıyordu: "Devrimcilik
hükümet darbesi sanatı değil, askeri gücün
silahlı mücadele içine katılmasıdır. " (Camacho'ya
yazdığı 10 Ekim 1958 tarihli mektuptan). Böyle bir katılma orduya sadık
kalan askerlere ihanet gibi gelebileceği düşüncesiyle Fidel, bunlarla konuşmaya,
kendilerini incitmeksizin silahlarını bırakmaya iknaya daima hazırdı. Konuşmayı
kabul etmek, yarı yarıya ikna olmak demekti ve gerilla kuvvetlerinin hücumları
arttıkça, Batista'nın asileri asker katili diye damgalamasına rağmen,
subayların, asi kumandanlığın mesajlarına olumlu cevap vermeleri de artıyordu.
Psikolojik savaş, eğer savaşın içinde
eritilebilirse etkilidir. Askeri baskı kısa bir süre için bile olsa
hafifletilince; karşı taraf üzerindeki politik etkisi de kaybolmaktadır.
Askerlerin hergün öldüğünü kendi hayatlarının da daimi bir tehlike altında
bulunduğunu gören Batista ordusu subayları, Fidelistler ile konuşmaya yanaştılar.
Karşı taraftan gelen konuşma isteğini artık bir yana itemiyorlardı. Sızma
ve baskı, savaştığınız, saldırdığınız sürece faydalıdır. Bir
ordunun, halk silahlı kuvvetlerinden gelen vatanseverce ve devrimci taleplere
kulak vermesi için bu kuvvetlere saygı duyması gerekir; ve bir asker, ancak
korktuğunu sayar. Barış sözü, ancak savaşırken edilebilir. İşte ancak
bu yoldan barış sloganı, ayaklananlara değil ezenlere karşı kullanılabilir.
Bu sırada Fidel, barış sloganını ortaya attı
ve iç savaşı sona erdirmek için, genel isteği dile getirdi. Aynı zamanda,
sadece Batista ile dikta rejiminin bu barış yolunu tıkadığını belirtmeyi
de ihmal etmedi.
Bir nokta daha var; düşünce ve teoriden öteye
geçmeyen politik bir cephe bir halk savaşının liderliğini yüklenemez;
ancak teknik bakımdan yetkin ve aynı ekonomik temel üzerinde birleşmiş bir
yürütme organı, yani kısacası devrimci bir kurmay heyeti bu işi yapabilir.
Yapısı itibariyle homojen olmayan bir cephe sonu gelmeyen politik tartışma
ve çatışmalar ve geçici uzlaşmaların hüküm sürdüğü bir yerdir. Bu
cephe ancak kaçınılmaz tehlikeyle, ya da düşmanla burun buruna gelince
birleşir ve bir varlığa kavuşur. Bu birleşme halinde bile her parçanın
faaliyeti ayrıdır ve aralarında bir irtibat yoktur. Zafer kazanıldıktan
sonra her parça, içinde taşıdığı zıt çatışmalar ile birlikte hareket
serbestliğini tekrar ele almış olacaktır. Ne olursa olsun bir cephe ancak
savaşın diplomatik yönetimini üzerine alabilir, hareket liderliğini değil.
Cephenin başkanı, ya da direktif veren organı aradaki uzlaşma varoldukça yaşayabilir.
Cepheyi kuranlar iktidara geçmek için, liderlere yardımcı olabilirler ama
iktidarı devam ettirmek liderlere düşen bir görevdir. Lider ise gökyüzünden
inerek sınıflı toplumlardan seçip beğendiği birisinin başına geçivermez;
liderlik vasıflarını zamanında etrafa kabul ettirerek bu sıfata layık
olur.
Açıktır ki, bu çalışma yönteminin politik
bir kökeni vardır. Aksi takdirde nereden gelmiş olabilir? Moral yoksunluğundan
mı? Militanların morali vardır, hem de hayran olunacak bir morali. Bu yöntemin
felakete sebep olduğu ülkelerde savaşın gerçek yükünü taşıyan militan
sosyalistlerdi. Kayıp listelerini incelersek hemen hemen bütün ölülerin (ve
hapse atılanların) Parti üyesi olduklarını görürüz. Ne var ki, fedakarlık
politik bir ikna yolu olmadığı gibi, şehitlikte bir delil oluşturmamaktadır!
Şehitlerin listesi uzayıp da cesurca her hareket bir şehitlik ile son
bulunca, bu, işlerin yanlış yürütüldüğünü gösterir. Bunun sebeplerini
aramak, ölen ya da hapse atılan dostlara saygılarımızı sunmak derecesinde
bir ahlaki ödevdir.
Bütün bunların temelinde, şüphesiz, yıpranmış,
yanlışlığı ortaya çıkmış ve fakat gene de inadını devam ettiren eski
politik kavramlar vardır: (1) Milli burjuvazi de dahil dört sınıfın müttefikliği
üzerine olan eski teori; (2) Milli demokrasi kavramı, yani,
sonradan sosyalizme dönüşümü isteyecek olan kitlelerin kontrolü altında,
müdahalelerden arınmış kapitalist üretim ilişkilerinin devamı; (3) Böyle
bir görünüş kendilerine gerçekten de cazip gelmeyen köylü tabakalarını
küçümsemek.
Bu politik teşkilatlardan çoğu, Latin-Amerika
ülkelerinde hüküm süren üretim biçimlerinin, bu üretim biçimlerinin bugünkü
karışımlarının, bir üretim biçiminin ötekiler üzerinde kurduğu
hakimiyet şekillerinin somut bir analizini yapmamışlardır bile. Oysa, sınıflar
arasındaki ilişkileri ancak bu analizler ortaya koyabilir. Bu eksiklikler
bilinmektedir. Sosyal gerçeklerin kötülenmesi bunların düzeltilmesini sağlamaz.
Zaten bizi burada ilgilendiren pratik sonuçlardır.
Silahlı mücadele sözü kalıplaştırıldı;
programlarda, kağıt üzerinde sürekli tekrarlandı, ama bu tekrarlar, birçok
yerlerde silahlı mücadeleyi yürütme azmi ile bu mücadeleye tekabül
eden stratejinin kesin bir tanımının yokluğu gerçeğini gizleyemez.
Strateji sözü ile ne demek istiyoruz? Görev ve ödevlerin önceliklerini
belirleyen birinci ve ikinci derecedeki sorunlar arasındaki fark. Başıboş
bir faydacılık her çeşit mücadelenin sürüp gitmesini ve aralarında bir
anlaşmaya ulaşmalarını öngörür. Bir noktada, stratejinin olumsuz bir tanımı
yapılabilir; bazı şartlar altında, silahlı kitle mücadelesine bağlı kılınan
barışçı kitle mücadelesi biçimleri, öncü partinin politik hareket çizgisinin
askeri stratejiye, yani partinin silahlı organına bağlanması sonucunu doğurmuş,
parti liderliğini askeri liderliğe bağlı hale getirmiştir. Aslında mesele
böyle değildir. Bütün laf kalabalığına rağmen, gerilla savaşının aslında
politik bir mücadele olduğu, bu nedenle de politik olan ile askeri olanın zıt
şeylermiş gibi karşı karşıya getirilemeyeceği gerçeği bir defa daha
unutulmuştur.
Teknisizm ve militarizm terimleri,
hertürlü mücadeleyi gerilla savaşı kapsamı içine sokmak isteyenlerle,
politik hareket çizgisini askeri stratejiye, politik liderliği askeri liderliğe
karşı tutanlara haksız olarak takılmış isimler midir? Bunlar idealist
geleneğin etkisi altında gerçekten düalist, çifte bir alemde yaşamakta,
politik olanı bir tarafta, askeri olanı öte tarafta görmektedirler. Halk
savaşı, saf teorik, saf politik bir süper teknik olarak
düşünülen politik bir çizgiye bağlı olan ve kır yerlerinde yürütülen
bir tekniktir. İdealistlerin dediği gibi, ruh bedeni, baş elleri yönetir. Söz,
hareketten önce gelir. Sözün dünyevileştirilmiş şekilleri -konuşma,
palavra, gevezelik- önde gelir ve gökyüzünden askeri faaliyeti yönetir...
Herşeyden önce, bugün Latin-Amerika'da bir
politik liderlik nasıl olur da savaşın teknik problemlerinden uzak kalabilir?
Aynı zamanda askeri olmayan, sadece politik bir kadronun bulunabilmesi de aynı
derecede akıl almaz bir iş. Bunu, şartlar gerektiriyor; diktaya karşı
silahlı kitle mücadelesinin kadroları mücadeleye katılan ve savaş
alanında liderlik güçlerini kanıtlayanlardır. Kaç politik lider kendisini,
dünya sendikacılığı ya da uluslararası demokratik örgütler gibi
kendi dertlerine düşmüş konulardan kopartıp da, öz halkının savaşı ile
ilgili askeri meselelerin ciddi ve somut incelemesine verebilmektedir? Üstelik
askeri teknik, bugün Latin-Amerika'da özel bir önem kazanmıştır. Çin ve
genellikle Asya ülkelerinin tersine, devrimci güçler ile bunları ezmeye yönelmiş
mekanizmanın kuvveti arasındaki büyük oransızlık ve kır bölgelerindeki
sefaletin halk üzerindeki etkileri silah ve tekniğin yerini halk kitlelerini
ve savaşçı sayısının doldurulmasını engellemektedir. Başlangıçtaki bu
oransızlığı gidermek için tekniğin bu sahadaki uzmanlıkla birleşmesi
gerekmektedir. Örneğin, mayınların, patlayıcı maddelerin, bazukaların,
modern otomatik silahların bu sahadaki rolleri diğer sahalardan daha önemlidir.
En ufak ayrıntının ve her dakikanın önemli olduğu bir pusuda, modern
otomatik silahların kullanılması, ateşlenme planları, ateş planlarının
koordinasyonu devrimci taraftaki insan gücü eksikliğini giderebilir. Bugün
artık birkaç saniye içinde üç çeteci, otuz asker taşıyan bir kamyonu
imha edebiliyor; oysa eski tip silahlarla bu iş için aynı sayıda çeteciye
ihtiyaç vardı. Aynı sebepten dolayı bir gerilla grubunun ilk amacı,
silahlarını ele geçirmek için gerektiği durumlar hariç, düşmanı yok
etmek değil, silahlarını elde etmektir. Kısacası politik-askeri liderin en
ufak ayrıntısına kadar herşeyle uğraşması, herşeye gözkulak olması
gerekir.
1. Bugün hangisi kuvvetlendirilmeli?
Parti mi, yoksa halk ordusunun çekirdeği
gerillalar mı? Zincirin sonuca etkili halkası
hangisidir? Gayretin büyüğü nereye harcanmalıdır?
Gerilla hareketinin olduğu Latin-Amerika'nin öncü
milletlerinde militanları bölen sorular bunlardır.
Yarın diktaya karşı çıkacak öteki
milletlerin militanları da aynı sorunlarla karşılaşacak.
Bugün bu sorunlar, bir çıkmazı dile
getiriyorlar.
Bu sorunlar Marksizmin tarihinde ve genel tarihte
standart cevaplarla karşılandılar. Cevaplar öylesine değişmezdi ki, sorunu
bu şekilde ortaya koymak bile çoğuna küfür gibi gelebilirdi. Cevap şöyleydi:
Halk ordusunun yaratıcısı ve çekirdeği olan işçi sınıfının Partisi,
hakiki halk ordusunu yaratabilir ve işçilerin çıkarına olan iktidarı ele
alır.
Teorik Katılık: Esneklikten yoksun bir görüşle
sorun, şu şekilde ortaya konmaktadır. Amaç, sosyal yapıyı değiştirmek için
orduyu imha etmek değil, devlet gücünü ele geçirmektir. Burjuva devlet
iktidarının ezici organları ile karıştırılması gerekli olan kendi üst
yapısı (politik, hukuki, anayasaya bağlı vb.) vardır. Sorun, mevcut politik
iktidarı kırmak ve onu sömürülenlerin demokratik diktatörlüğünün bir
aracı haline getirmekse, devrimci iç savaş da dahil, politik mücadeleyi yürütmek,
sömürülen sınıfların temsilcilerine ve öncü sınıfındaki işçi sınıfına
düşer. Böyle olunca, bir sınıfı askeri bir kuruluş değil, bir politik
parti temsil eder. Proletaryayı temsil eden bu parti, onun sınıf ideolojisi
olan Marksizm-Leninizm'i ifade eder. Ancak bu partinin liderliği sınıf çıkarlarını
bilimsel olarak savunabilir.
Sosyal yapının bütününe müdahale etmek sözkonusu
olunca, toplumu bütün karmaşıklığı içinde, her yanıyla (politik,
ideolojik, ekonomik vb.) ve gelişme halinde bilimsel bir incelemeye tabi
tutarak bilmek gerekir. Bu her seviyede toptan bir mücadeleyi yürütmenin ilk
şartıdır. Öteki alanlar arasında tek bir alanı temsil eden askeri mücadele,
burjuva toplumuna karşı halk kuvvetlerinin bütün alanlarda giriştiği savaşın
içeriği içinde bir anlam taşıyabilir. Sosyal yapı ile mevcut şartların
bilimsel anlayışına dayanan işçi partisi ancak sloganları, hedefleri
tespit eder ve o an için gerekli ittifakları kurar. Kısacası, politik içerik
ile izlenecek yolu parti kararlaştırır, halk ordusu sadece bir uygulama aracıdır.
Halk ordusunu partinin yerine koymak, aracı amaç olarak kabul etmektir. Bu
durum teknokrasiye yaraşan bir karıştırmadır ve bu sapmaya da teknisizm
ve militarizm denir.
Tarihi Katılık: Bu ilkeler şimdiye
kadar, politik öncülük ile askeri uygulama aracının birbirlerinden ayrılması
şeklinde ve politikanın askeri yürütmeye tam bir üstünlüğü şeklinde çağımızın
devrimci mücadelelerinde başarıyla uygulanmıştır. 1917 Ekiminde Bolşevik
Kızıl Muhafızlar, Parti Askeri Komitesi'nin emri altında o da Merkez
Komitesinin kontrolü altındaydı. Bu örneğin yerinde olmadığı, çünkü
bir halk savaşını değil, bir şehir işçileri ayaklanmasını anlattığı
söylenebilir. Öyleyse, şimdi de şehir dışında başlayan ve uzun bir halk
savaşını sürdüren sosyalist ülkeleri ele alalım. Askeri uygulama aracının
politik öncülüğe bağlı tutulması durumu Çin ve Vietnam'da en keskin biçimiyle
görülebilir. Çin'de (Mao Çe-Tung'un) politika silaha yön
verir ilkesinin, partinin orduya sağladığı uyanık liderlik ile nasıl
uygulandığını biliyoruz. Vietnam'da ise Giap şöyle yazıyor: "Ordumuzu
kurmada ilk temel ilke, ordunun, parti
liderliği altına konulması, parti liderliğinin
ise durmadan kuvvetlendirilmesi gereğine dayanır.
Parti, ordunun kurucusu, örgütleyicisi ve eğitkenidir.
Ancak partinin liderliği, ordunun bir sınıf
çizgisini tutmasını, politik yönünü devam
ettirmesini ve devrimci görevini yerine getirmesini
sağlar." [20]
Bu ilkenin uygulanışını Vietnam Kurtuluş
Ordusundaki politik komiserler ile parti komitelerinde görebiliriz. Bunlar
sadece politik yardımcılar değil, askeri birliklerin fiili liderleridir.
Yetki konusunda, birlik kumandanları, kolektif liderlik ve kişisel sorumluluk
ilkeleri gereğince bütün kademelere direktifler veren Parti Komitesine karşı
sorumludur. Giap, "ufak birlikler zayıfsa, bölükte
zayıftır" diyor. Çin'de Parti Komitesi alay düzeyinde etkinlik gösterir
ve yedi ya da dokuz üyesi vardır. Bu parti komitesi ast birlikleri yönetir.
Takım ve bölüklerde parti komitesi yoktur; fakat militanları çeşitli
mangalarda görevlendiren politik yönetmen vardır. İlke en üst kademede de
en alt kademede de uygulanır. Kurmay Heyeti, kapitalist ordularda olduğu gibi
dört beş servise değil, iki ana kola ayrılmıştır; lojistik ve
politik-askeri. Politik kol ile hareket kolunun rütbeleri eşittir. Kısa olsun
diye sembollere başvuralım. Politik ve askeri arasındaki ayrım bazı isimler
ile sembolleşmiştir: Mao Çe-tung ve Çu Teh, devrimci içavaş ve Uzun Yürüyüş;
Ho Şi Minh ile Giap, Fransızlara karşı savaş sırasında. Buraya Sovyetler
Birliğine emperyalistlerin giriştikleri müdahale savaşı sırasında Lenin
ile Troçki'nin isimlerini de belki katabiliriz.
Küba'da askeri (harekât) ve politik liderlik
tek bir adamda, Fidel Castro'da toplanmıştı. Bu, sadece önemsiz bir tesadüf
müdür, yoksa tarihi bakımdan farklı bir durumun belirtisi midir? Bu, bir
istisna mıdır, yoksa temel bir sebebi mi yansıtmaktadır? Latin-Amerika'daki
bugünkü denemelere ne gibi bir ışık tutmaktadır? Bu deneyi zamanında çözmeli
ve hazır ilkelere uymuyor diye, tarihi suçlamamalıyız. Daha yakınlarda
Fidel diyordu ki: "Sapma ile suçlanıyorum. Marksist-Leninist
kampta bir sapık olduğum söyleniyor. Hımm!
Devrimci doğruya sahip çıkma konusunda birbirleriyle
kedi köpek gibi dövüşen sözde Marksist
kuruluşlar, bizi Küba formülünü mekanik olarak
uygulamak istemekle suçluyorlar, Marksist-Leninist
kampta bir sapık olduğumuz için kötülüyorlar."
Gerçek şudur ki, hazır formülleri
Latin-Amerika gerçeğine mekanik olarak uygulamak isteyenler bu Marksistlerdir,
çünkü yavuz hırsız ev sahibini daima bastırmak çabasındadır. Peki,
Fidel Castro'nun, sapık, sübjektif, küçük-burjuva diye
suçlanmasına sebep olan sözleri nelerdir? Fidel'in hangi patlayıcı
bildirisi, hepsi de telepati ile devrimci savaş yapma
ya da hiçbir prensibe bağlanmama taraflısı
olan, Amerika'nın kapitalist, Avrupa ve Asya'nın sosyalist kişilerini Küba
devrimine karşı bir koro halinde birleştiriyor?
"Latin-Amerika'da devrimi kim
yapacak? Kim? Partili ya da partisiz halk,
devrimciler!" (Fidel) Fidel Castro açıkça, öncüsüz devrim
olamayacağını söylüyor; bu öncü mutlaka Marksist-Leninist parti değildir,
diyor. Devrim yapmak isteyenin, bu partilerden bağımsız olarak kendilerini öncü
olarak kabul ettirmeleri hakları ve ödevleridir.
Gelenekle zıt düşen doğruları yüksek sesle
söylemek cesaret işidir. Öncülük = Marksist-Leninist parti, diye bir
metafizik denklem yoktur. Sadece belli bir görev -tarih içinde öncülük- ile
belli bir teşkilat -yani Marksist-Leninist parti- arasında diyalektik bir bağ
vardır. Bu bağ tarihten önce varolduğu gibi tarihe de dayanır. Partiler
burada, yeryüzünde varolur ve dünyamıza mahsus diyalektiğe bağlıdırlar.
Doğdukları gibi ölebilir ve başka biçimlerde yeniden doğabilirler. Bu
yeniden doğuş, nasıl olabilir? Tarihi öncülük hangi biçimde yeniden
ortaya çıkabilir?
Sistematik olarak ilerleyelim.
İlk soru: Bugünkü şartlar altında parti
ile ya da partisiz bir devrim olabileceğini nasıl düşünebiliriz ya da söyleyebiliriz?
Bu soru (dünyanın dört bir yanındaki karşı-devrimcilerin işine pek
gelecek) faydasız, kısır anlaşmazlıkları tazelemek amacıyla değil,
ikinci sorunun cevabı kendisine bağlı bulunduğu için sorulmak zorundadır.
İkinci soru: Tarihsel öncü ne biçimde
ortaya çıkabilir?
Bugünkü dünküne dayanır, yarınki bugünküne
dayanacaktır. Bugünkü durumları ile partiler sorunu bir tarih sorunudur. Bu
soruna cevap vermek için geçmişe bakmamız gerekir.
Bir parti, doğuş şartlarıyla, gelişmesiyle,
temsil ettiği sınıf ya da sınıflar ittifakıyla ve içinde geliştiği çevreyle
bir özellik kazanır. Parti ve gerilla ilişkileri için geleneksel formülün
uygulanmasına uygun tarihsel şartları ortaya çıkartma amacıyla zıt örnekleri,
Çin ile Vietnam'ı ele alalım.
1) Çin'deki ve Vietnam'daki partiler daha için
başında devrimci bir iktidar kurma sorunuyla ilgiliydiler. Bu bağ teorik
olmayıp pratiktir ve ilk yıllarda çok acı tecrübeler şeklinde ortaya çıkmıştır.
Çin Komünist Partisi 1921'de, Sun Yat-Sen'in burjuva devrimi -bu devrime
Kuomingtang ile ittifak halinde olduğu için katılmıştı- itibarlı olduğu
bir sırada kurulmuştu. Kuruluşu ile birlikte, önce Joffe, sonra Borodin'in
başında bulunduğu Sovyet heyetlerinden direkt yardım görmüştür. Borodin,
Whampoa Askeri Akademisi'ndeki Çinli subayların eğitimini organize etmiş ve
Mao'nun 1938'de söylediği gibi askeri konuların önemlerinin kavranmasına
yardımcı olmuştur. Kurulmasından üç yıl sonra ilk devrimci savaşın
(1924-1927), şehir ayaklanmasının felaketli sonuçlarıyla ve öncü bir rol
oynadığı Kanton grevi ile karşıkaşıya geldi. Bu tecrübelerden faydalandı
ve Mao Çe-tung'un önderliği altında kendi kendisini eleştiren bir anlayışa
ulaşarak, Üçüncü Enternasyonal'in kır bölgelerine çekilme ve Kuomintang
ile ilişkilerini kesme tavsiyelerine bile kulak asmayarak zıt bir hareket çizgisini
benimsedi.
Vietnam Komünist Partisi 1930'da kuruldu, derhal
bastırılan köylü ayaklanmaları düzenledi. İki yıl sonra Ho Şi Minh'in
başkanlığı altında, ilk hareket programını tespit etti; kurtuluşun tek
yolu silahlı halk mücadelesidir.
"Partimiz" diyordu Giap, "Vietnam
devrimci hareketi tepe noktasındayken kuruldu.
Başlangıçtan beri köylüleri ayaklanmaya ve
bölgelerinde bir halk yönetimi kurmaya teşvik
etti. Böylece, işin başında devrimci iktidarın
ve silahlı mücadelenin sorunlarını anladığını
göstermiştir."
Kısacası bu partiler, kuruluşları üzerinden
daha birkaç yıl geçmeden, herbiri kendi politik çizgisi olan, uluslararası
sosyal kuvvetlerden bağımsız ve halklarıyla sıkı ilişki içinde öncü
partiler durumuna geldiler.
2) Daha sonraki gelişmeler sırasında uluslararası çelişmeler bu
partileri -birkaç yıl önce Bolşevik Partilerde olduğu gibi- yabancı
emperyalizme karşı verilen halk direnişinin başına geçirdiler. Çin'de
1937'de Japon işgaline karşı; Vietnam'da 1939'da gene Japonlara ve 1945'de
Fransız sömürgecilerine karşı. Feodalizme karşı isyan, böylece anti-emperyalist
bir başkaldırma durumuna geldi ve ikinci hareket hızını birinci hareketten
almış oldu. Sınıf mücadelesi, vatanseverlik biçimine girdi ve sosyalizmin
kurulması milli bağımsızlığın kazanılmasıyla eş bir anlam kazandı.
Yabancılara karşı halkın giriştiği savaşın öncüsü olan bu partiler,
anayurdun sancaktarı olarak yerleştiler ve onun ayrılmaz bir parçası
oldular.
3) Bu kurtuluş savaşının şartları, başlangıçta
öğrenciler ile elit işçilerden kurulmuş bazı partileri de kır bölgelerine
çekilerek işgal kuvvetlerine karşı gerilla savaşı sürdürmeye itti. Böylece
tarım işçileri ve küçük çiftçilerle kaynaştılar. Kızıl Ordu ile (Vietminh)
Kurtuluş Kuvvetleri işçi sınıfı partisinin liderliği altında, köylü
orduları haline geldiler. Çoğunluk sınıfı ile öncü sınıfın ittifakı
-işçi köylü ittifakı- uygulamada başarılmıştı. Komünist partisi, bu
ittifakın sonucu ve aynı zamanda yaratıcı kuvvetiydi. Liderleri de öyle.
Geleneksel şekilde kongre ya da komite tarafından yapay olarak atanmamıştı,
zafere ulaştırdıkları o müthiş mücadele içinde pişmiş ve bu yere yükselmişlerdi.
Görev görevliyi yaratır, fakat paradoksal olarak, yalnız tarihi bireyler tarihi
yapar.
Ayrıntıya girmeden şunu söyleyebiliriz;
tarihsel şartlar Latin-Amerika Komünist Partilerinin çoğu zaman aynı şekilde
kökleşmelerine ya da gelişmelerine izin vermedi. Kuruluş ve gelişme şartları
ile sömürülen sınıflarla ilişkileri açıkça farklıdır. Herbirinin
kendi tarihi olabilir, fakat şurası kesindir ki kuruluşlarından beri iktidarı
ele geçirme tecrübeleri Çin ve Vietnam partilerininki gibi olmamıştır. Biçimsel
de olsa sözde politik bağımsızlığa sahip ülkelerde kuruldukları için,
bir milli kurtuluş savaşını yönetme fırsatından yoksun kalmışlar ve bu
sebeple de tarihsel şartlardan doğma bir işçi-köylü ittifakını gerçekleştirememişlerdir.
Tarihin bu doğal sonucu, doğma ve büyüme şartlarına
uyan bir yönetim ve iç yapıya sahip olmuşlardır. Ne var ki, tarihsel
durumlar değişmez değildir. Küba devrimi ile bu devrimin Latin-Amerika kıtasında
harekete getirdiği oluşumlar eski bakış açısını altüst etmiştir.
Devrimci silahlı bir mücadele, nerede olursa olsun, barış zamanı
uygulamalarında temelden bir değişikliği gerektirir. Bilindiği gibi savaş,
özel usul ve metodlarla politikanın bir devamıdır. Silahlı bir devrim mücadelesinin
liderliği, yeni bir çeşit liderliği, yeni bir organizasyon metodunu ve
liderliğin olsun militanların olsun yeni bir fizik ve ideolojik tutum içine
girmelerini gerektirir.
Yani, yeni bir tip liderlik. Gerilla savaşının,
hertürlü tehlikenin bütün sorumluluğunu kabul eden bir lider ile dıştan
değil içten yönetildiği açıkça ortaya konulmuş bulunuyor. Böyle bir
savaşın geliştiği ülkede, örgüt liderlerinin çoğu, şehirleri bırakarak
gerilla ordusuna katılmak zorundadır. Bu herşeyden önce, politik liderlerin
hayatlarını emniyet altına alan bir güvenlik tedbiridir. Latin-Amerika
partilerinden birisi bu kararı almış bulunmaktadır. Aynı parti merkez yürütme
kurulunun yaşlı üyelerinden çoğunun yerine, savaşa ya da şehirlerde
yeraltı mücadelesine doğrudan doğruya katılmış gençleri getirmiştir.
Parti bir yandan yeniden kurulurken bir yandan da gençleştirilmektedir.
Silahlı mücadelenin günün bir numaralı
konusu olduğu Latin-Amerika ülkelerinde, biyoloji ile ideoloji arasında sıkı
bir bağ vardır. Bu ilişki ne denli saçma ya da şaşırtıcı görünürse görünsün,
sonuç üzerinde kesin etkisi olan bir öğedir. Şehir hayatına alışkın, başka
şartlar ve amaçlara göre bir kalıba girmiş yaşlı bir kimse ne dağ hayatına,
ne de şehirdeki yeraltı faaliyetine kolay kolay adapte olamayacaktır. Moral
faktöre -kanaatlere- ilaveten fiziki elverişlilik gerilla savaşı için en
gerekli öğedir. Moral ve fiziki faktör elele gider. Başlangıçta mükemmel
bir Marksist eğitime mutlaka ihtiyaç yoktur. Militanlığı sabit bile olsa -üstelik
devrimci eğitimden de geçmiş bulunsa- yaşlı bir insan ne yazık ki, özellikle
ilk safhadaki gerilla hayatına uyamayacaktır. Fiziki uygunluk, aranan öteki
vasıflardan önce gelmektedir. Bu, teorik bakımdan önemsiz bir nokta gibi
gelir ama, zaten teori, silahlı mücadele hakkında pek az şey bilmektedir.
Yeni bir örgüt: Partinin, tarihsel görevine
uyan etkili bir yönetim organı haline getirilmesi, milli, bölgesel ve mahalli
seviyelerdeki her çeşit kongrelerden, konferanslardan hazırlık oturumlarından,
toplantılardan, komisyonlardan, sekreterliklerden, kısacası bürokrasi
enflasyonundan kurtarılmasıyla mümkündür. Olağanüstü hallerde ve askeri
bakımdan organize bir düşman karşısında bu mekanizma en iyi ihtimalle
engelleyici, en kötü ihtimalle büyük bir felaketi davet edici niteliktedir.
Fidel'in sözünü ettiği derin düşüncelere dalma kusurunun sebebi,
merkezi düşey metodların engelleyicisidir. Oysa bu metodlar ile birlikte,
tali grupların taktik bağımsızlıkları askeri harekâtın başarıyla yürütülmesi
için elzemdir.
Bu yeniden kurulma, parti iç demokrasinin geçici
olarak kaldırılmasını, demokratik merkezcilik ilkelerinin gene geçici
olarak lağvedilmesini gerektirir. Yeni durumda parti disiplini, askeri disiplin
halini alır. İçinde bulunulan durum analiz edildikten sonra, demokratik
merkezcilik bir hareket çizgisi tespitine ve bir kurmay heyeti seçilmesine
yardımcı olur ve artık seçilen hareket çizgisinin uygulanması için kaldırılır.
Tabi birlikler kendi yollarına gider ve yeraltı çalışmasının geleneksel
kuralları gereğince liderlik ile temaslarını asgariye indirdiler. Kabul
edilmiş olan genel hareket çizgisinin izlenmesi yolunda kendilerine tanınan
insiyatifi en geniş ölçüde kullanırlar.
Yeni ideolojik refleksler: Bazı tutumlar
objektif bir savaş şartları altında artık yersiz olmaktadır: Bütün bir
politik çizgiyi, düşman sınıflar ya da aynı burjuva sosyal sınıf içinde
çıkarları farklı sınıflar arasındaki mevcut çelişmelere dayandırma;
bunun sonucu, burjuvanın şu ya da bu kesimi ile ittifak peşinde koşma ve
neticede daima hakim sınıfların kârlı çıkacağı politik pazarlıklara,
seçim manevralarına girme; yavaş yavaş partinin yaşamasını devrimden daha
kutsal bir hale sokan, devrimci prensip ve çıkarlara aldırmaksızın her ne
pahasına olursa olsun birliğin muhafazası; geçmişin mirası olan mevki hırsı
ve bununla birlikte güvensizlik, bencillik ve sekterlik.
Batista'ya karşı girişilen mücadele sırasında
Che Guevara partili arkadaşlarına şöyle diyordu: "İşkence ve
savaşa gık demeden dayanabilecek kadrolar yetiştiriyorsunuz
da, bir makinalı tüfek yuvasını ele
geçirebilecek bir kadro yetiştiremiyorsunuz."
Bu sözler herşeyden önce politik bir kıymetlendirmedir. Bu, cesaretin yerine
korkaklığın ya da bir ideoloji yerine başka bir ideolojinin konulması değil,
bir cesaret şekli yerine bir başkasının, bir aksiyon örneği yerine bir diğerinin
konulmasıdır. Yani, bir militandan başka çeşit aksiyonlar ve kendi sinir
sisteminden farklı cevaplar talep etmeye kadar varan ve kişinin koyduğu
prensipleri sonuna kadar götürmesini öngören bir davranışı kabul
etmektedir.[21]
Şimdi artık ikinci soruyu sorabiliriz.
Bu aksiliklerin nasıl üstesinden gelinebilir?
Bu partiler hangi şartlar altında gerilla savaşı da dahil öncülük görevini
yerine getirebilirler? Kendi politik çalışmaları dışında başka bir eğitim
tarihsel bakımdan gerekli midir? Gelecekle ilgili bu sorulara karşılık
verebilmek için, geçmişe değil bugüne bakmalıyız. Kısacası, sorun şöyle
konmalıdır:
2. Öncü bir parti nasıl
oluşur? Bugün Latin-Amerika'da mevcut şartlar
altında parti, halk ordusu yaratabilir mi,
yoksa öncü yaratmak halk ordusuna mı
düşer? Bunlardan hangisi, hangisinin çekirdeğidi
Ellerinde olmayan sebeplerden dolayı Latin-Amerikan Komünist Partilerinden
çoğu 30-40 sene önce yanlış bir çıkış yaparak, karmaşık bir durum
yaratmışlardır. Ne var ki, partiler sınıf mücadelesinin araçlarından başka
bir şey değildir. Aracın amaca hizmet etmediği yerlerde, sınıf mücadelesi
durmalı mı, yoksa yeni bir araç mı yapılmalı?[22]
Çocukça bir soru; çünkü buna kimse karar verecek durumda değildir. Bugün
özellikle Latin-Amerika'da sınıf mücadelesi saptırılabilir, yıpratılabilir
ama durdurulamaz. Halk elinde ne varsa onunla kendi öncülerini yaratmaktadır
ve devrimcilerin görevi bu gelişmeyi hızlandırmaktır. Fakat kesin olarak
neyi geliştirmeli?
Bugün şurada burada enteresan tersliklere tanık
olmaktayız. Che Guevara, gerilla hareketinin ne tek başına bir amaç, ne de
tantanalı bir macera olmadığını, bir amaca -politik iktidarın ele geçirilmesi
amacına- yönelmiş bir araç olduğunu yazmaktadır. Fakat gelin görün ki,
gerilla kuvvetleri çeşit çeşit amaçlara hizmet etmektedir; burjuva hükümetleri
üzerinde bir çeşit baskı; politik at cambazlığında bir faktör; ihtiyaç
halinde önesürülecek bir koz... İşte bazı liderlerin gerilla hareketine yükledikleri
ödevler. Devrimci yöntem reformcu amaçlar için kullanılmaktadır.[23]
Bu gidişin sonu neye vardı? Bir süre bekleyen
gerillalar, dışarıdan empoze edilen bu hedeflerden yüz çevirdiler ve
politik liderliklerini kendi ellerine aldılar. Kendisiyle uyuşabilmek için
gerilla kuvveti politik bir liderlik olarak kuruldu ve çelişmelerini bu şekilde
çözümleyerek askeri bakımdan gelişmeye başladı. Şurası gözden uzak
tutulmamalıdır ki, hiçbir gerilla hareketi yeni bir parti kurmaya kalkışmadı,
tersine saflarındaki doktrinci ya da partici bölünmeleri ortadan kaldırmaya
çalıştı. Birleştirici faktör, savaş ve savaşın getirdiği hedeflerdi.
Gerilla hareketi, artık politik görevler haline gelmiş bulunan en acil askeri
görevler etrafında bir birlik yaratmasıyla başlar. Guerrilleros içinde
temsil olunan partili partisiz bütün elemanlar, bu birliğin içindedir. En
kesin politik ayrım, Silahlı Kurtuluş Kuvvetlerine bağlı bir gerilla birliğine
üye bulunmaktır. Böylece bu küçük ordu, büyüdükçe ve zaferlerini
kazandıkça, bütün partiler arasında bir birlik yaratır. En sonunda geleceğin
Halk Ordusu, teorik bakımdan kendisinin bir aleti durumunda bulunacağı
partiyi doğurur; ve bu parti ordudur.
Küba Devrimi de aynı bu paradoksla karşılaşmadı
mı? İktidarı elde etmenin herzamanki aracı olan partinin, iktidarın kazanılmasından
sonra geliştiği, bir içburukluğu ile söylendi. Fakat hayır, parti zaten
embriyon halinde, Asi Ordu biçiminde vardı. Başkomutanı Fidel, ta 1959 yılı
başında, gayri resmi parti lideriydi. Yabancı bir gazeteci Küba'da birgün
parti liderlerini sırtlarında savaş elbiseleri ile görünce şaşırmıştı.
Ona göre savaş elbisesi ile tabanca, Devrimin anıları arasındaydı ve şimdi
artık göstermelik diye giyiniliyordu. Zavallı adam! Bunda hiçbir göstermece
yoktu; gözlerinin önündeki manzara devrimin tarihi ve büyük bir ihtimalle
Amerika'nın gelecekteki tarihiydi.
Tıpkı sosyalizmin adı devrime resmen bir yıllık
sosyalist uygulamadan sonra uygulandığı gibi, partinin adı da emekçi
partisi üniforma içinde üç yaşını doldurduktan sonra kullanılmaya başlandı.
Küba'da Vietnam'da olduğunun aksine, parti halk
ordusunun direktif veren çekirdeği değildi. Partiyi meydana getiren çekirdek
Asi Orduydu. İlk parti liderleri 26 Temmuz 1953'de Moncada'da doğmuştu. Parti
devrimle yaşıttı; 26 Temmuz 1967'de 14 yaşına basmıştı. Moncada hem Asi
Ordunun, hem partinin döl yatağıydı. Bu çekirdek etrafında ve bu çekirdeğin
politik-askeri bir liderliği bulunması sebebiyle öteki politik kuvvetler
etrafında toplanabildi ve hem tabanını, hem de başını gerilla ordusundan
gelme silah arkadaşlarının oluşturduğu bugünün Küba Komünist Partisi
kurulabildi.
Latin-Amerika devrimi ile bu devrimin öncüsü Küba
Devrimi böylece devrimci tecrübeye kesin bir katkıda bulunmuş oldu.
Belli şartlar altında politik
ve askeri organlar ayrı ayrı olmayıp,
çekirdeği gerilla ordusu olan bu halk
ordusundan ibaret tek bir organik bütünü
teşkil ederler. Öncü parti, gerilla foco
biçiminde zaten mevcuttur. Gerilla kuvveti, embriyon
halinde bulunan partidir.
Bu, Küba devriminin getirdiği sarsıcı bir
yeniliktir.
Ve gerçek bir katkıdır. Bazıları bunu,
ilerisi için herhangi bir özellik taşımayan, o çünkü istisnai durumun ve
şartların bir neticesi sayabilirler. Tam tersine, kıtadaki silahlı mücadelenin
öncülüğünü yapan ülkelerdeki yeni gelişmeler bunu hem doğruluyor, hem
de kuvvetlendiriyor. Asi Küba Ordusunun ideolojisi, Marksist olmadığı halde,
yeni gerilla kumandasının ideolojisi açıkça böyledir ve amaç edindikleri
devrim de sosyalist bir devrimdir. Tuttukları yolun bu denli açık ve kararlarının
kesin olması sebebiyle, mevcut öncü partilerden bir yerde ayrılmak zorunda
kalmışlar ve muhtemel bir anlaşma zemini olarak kendi politik ve organizasyon
fikirlerini, ya Guatemala'da olduğu gibi güzellikle, ya da Venezüella'da olduğu
gibi zorla kabul ettirme yolunu tutmuşlardır. Kısacası, her iki durumda da
politik partilere organik bağlılığa bir son verilmiş ve gücünü yitirmiş
politik öncülerin yerine geçilmiştir. Başka bir deyişle Küba Devriminin
başlangıç noktasına gelinmiştir. Böylece devrimci teori ile devrimci
pratik arasında birkaç onyıl süren ayrılık sona ermiştir. Bu birliği,
kendi politik liderliğini bizzat kendi ellerinde bulunduran gerilla hareketi
temsil eder. Bu bir avuç insan için, "ölüm ya da zafer
dışında bir tercih bulunmadığı gibi, çoğu
zaman zaferin bir hayal olmasına karşılık,
ölüm binlerce defa daha gerçek bir kavramdır."
(Che) Bu insanlar ölebilir, ama yerine yenileri geçer. Tehlikeyi gözealmak
gerek. Teori ile pratiğin birliği bir kaçınılmazlık değil, bir savaştır
ve hiçbir savaş peşinen kazanılamaz. Bu birliğe burada ulaşılamazsa hiçbir
yerde ulaşılamaz. Bir gerilla kuvveti şayet topyekün bir politik savaşın
peşindeyse görev ve iktidar bölüşülmesine uzun zaman gözyumamaz. Che
Guevara birlik fikrini o derece ileri götürmektedir ki, Amerika'da ayaklanma mücadelesini
yöneten askeri ve politik liderlerin mümkünse tek bir kişi olmasını teklif
etmektedir. Bu, Fidel'de olduğu gibi tek bir kişi ya da kollektif olabilir;
fakat asıl önemli olan taraf, liderlik, askeri ve politik birlikte homojen
olmalıdır. Meslekten askerler, halk savaşı sürecinde politik liderler
olabilirler (örneğin, yaşasaydı Luis Turcios böyle olabilirdi). Militan
politik liderler, savaşarak savaş sanatını öğrenir ve askeri lider
olabilir. (örneğin Douglas Bravo). Her ne olursa olsun, bu işin üstesinden
gelecek insan olmaları gerekir. Bir gerilla kuvveti, politik
bir öncü olamazsa, askeri seviyede de
gelişemez. Kendi hareket çizgisini kendisi çizmedikçe, bir politik
baskı grubu, ya da aracı olarak kaldıkça, faaliyetleri kısmi olarak başarılı
olsa bile, yaptığı zaman israfından başka birşey değildir. İnsiyatifi
nasıl ele alabilir? Manevi bütünlüğünü hangi temel üzerine kuracaktır?
Halkın bütün eğilim ve enerjisine katalizörlük etmesine izin vermek süreti
ile direktif veren bir kuvvet olmasına meydan vermekle çok ileri
gitmiş olmayacak mıyız? Gerilla hareketi kitle mücadelesinin en radikal şekli
olduğu için, askeri zafere ulaşabilmesi için sömürülen sınıfların
çoğunluğunu, politik bakımdan etrafında toplamak zorundadır.
Halkın aktif ve organize katılımı olmaksızın zafer imkansızdır. Çünkü
genel bir grev, ya da diktatöre karşı şehirlerdeki genel bir ayaklanma, bu
rejime son darbeyi indirecek, -son anda bir hükümet darbesi, yeni bir cunta,
seçimler gibi- son manevralarını boşa çıkartacaktır.
Fakat bu son noktaya ulaşmak amacıyla, dağ
kuvvetlerinin her çeşit mücadeleyi koordine etmek, milislerle düzenli
kuvvetlerin faaliyetlerini ahenkleştirmek, şehir gerillalarının gerilerde
giriştiği sabotajları, ana gerilla grubunun yürüttüğü harekâtla birleştirmek
için uzun ve sabırlı bir gayret sarfetmesi gerekmeyecek midir? Ve silahlı mücadelenin
ötesinde, ülkenin sivil hayatında gitgide daha fazla bir rol oynamak için
bir çaba gösterilmeyecek midir? Bütün bunlardan, gerilla kuvvetlerinin
emrinde bir radyo vericisinin bulunmasının önemi belirmiş olur. Radyo, harekât
sahası dışında oturan halkla, karargâhın günlük ilişkisini kurmaya
yarayacaktır ve yönleri kolayca öğrenebilecektir.
Küba'da 1958'de yayına başlayan Radio Rebelde, sık sık Fidel tarafından
kullanılmış ve Asi Ordu Genelkurmayının devrimci hareketinin direktif veren
organı olduğunu doğrulamıştır. Gitgide katoliklerden komünistlere kadar
herkes, güvenilir haber almak, ne yapılacağını ve harekâtın
nerelerde geçtiğini bilmek için Sierra'ya bakmışlardır.
Devrimci metodlar ile hedefler radikalleştikçe halkta radikalleşmiştir.
Batista kaçtıktan sonra Fidel başkentte hükümet
darbesi için girişilen manevraları radyo ile gözden düşürmüş ve hakim sınıfı
son dakikada son kozlarından mahrum bırakarak nihai zaferi pekiştirmiştir.
Zaferden önce bile, bugün gerilla zaferi veren bütün ülkelerde uygulanan hükümet
sansürünü askeri harekât üzerine bilgiler vermek yoluyla etkisiz hale
getirmiştir. Radyo aracılığıyla ancak gerilla, doğru haberleri halka ulaştırabilir.
Bunun için de Radio Rebelde'nin uyguladığı ilkeleri benimsemesi gerekir:
Yanlış haber yayınlamamak, yenilgileri gizlememek, zaferleri olduğundan büyük
göstermemek. Kısacası, radyo, gerilla hareketinde bir nitelik değişmesi
meydana getirir. Bugün bazı parti liderlerinin, gerilla hareketinin bu
propaganda amacını kullanmalarına üstükapalı ya da açık bir şekilde karşı
çıkmalarının içyüzü böylece açığa çıkmış olur.
Küçük motorun kitlelerin büyük motorunu
harekete geçirebilmesi için, halkın gerillayı kendilerinin tek yorumcusu ve
rehberi gibi görmeleri gerekir. Bunun başarılamadığı yerlerde halkın gücü
parçalara bölünmüş ve zayıflamış olacaktır. Halkta bu güveni uyandırabilmek
için gerillalar politik ve askeri otoritenin bütün görevlerini yüklenmelidir.
Latin-Amerika'da halk savaşını sonuna kadar izlemek ve gerektiğinde düzenli
bir ordu durumuna gelerek bir harekât ve mevzi savaşına başlamak isteyen her
gerilla hareketi, liderliğin temel elemanlarının askeri kumandada bulunduğu
rakipsiz politik bir öncü olmak zorundadır.
Bu sapma nasıl haklı gösterilebilir?
Gerilla hareketi, bu politik sorumluluğu, tek başına yüklenme hakkını
nereden almaktadır.
İşte cevap: Başarılması mümkün tek
sınıf ittifakı; iktidarı ele alabilecek ve yürütebilecek, ortak hedefleri
sosyalizm olan ittifak, işçiler ile köylüler arasındaki ittifaktır.
Gerilla ordusu politik liderliğin gerektirdiği sorumluluğu yüklenmekle kendi
sınıf niteliğine uygun bir harekette bulunmakta ve geleceğin tehlikelerine göğüs
germektedir. Halk iktidarının zaferden sonra yozlaştırılmayacağını,
ancak o garanti eder. Kendi kurtuluşu sırasında politik liderliği üzerine
almazsa, savaş bitince bu liderliği artık bir daha alamaz. Emperyalistlerin
gerekli desteği ile burjuvazi hiç şüphesiz bu durumdan yararlanacaktır. İçerdeki
mücahitler ile ülke dışındaki hükümetler arasındaki görev taksimi
sebebiyle Cezayir'in bugün karşılaştığı güçlüklere bir gözatmamız
yeter. Sosyalist bir öncü parti yokluğunda askeri ve politik görevlerin ayrılmasından
doğan tehlikelere, bundan iyi örnek bulunamaz. Yeni toplumun tarihsel unsurlarını
devrimci iç savaş kuvvetlendirmektedir. Lenin son notlarında şöyle diyor:
"iç savaş, işçi sınıfı ile köylüleri
biraraya kaynattı; yenilmez bir gücün garantisi
budur."[24]
İşçiler, köylüler ve aydınlar, ilk defa dağlarda
karşılaşıyor. Kaynaşmaları başlangıçta kolay değil. Heryerde sınıflara
bölünme olduğu gibi gerilla kampında bile böyle bir bölünme ortaya çıkabilir.
Köylüler, hele Kızılderili soyundansalar, biraraya toplanır ve aralarında
kendi dillerini (Quechua ya da Cakchiquel) konuşurlar. Ötekiler, yani
okur-yazar takımı hemen bir çevre kurar. Güvensizlik, çekingenlik ve
adetler, liderlerin örnek olacakları yorulmak bilmez bir politik çalışma
ile yavaş yavaş ortadan kaldırılmalıdır. Herkesin birbirinden öğreneceği
birşey vardır. Hepsinin aynı hayat şartlarına uyma zorunda oluşu ve aynı
davaya katılmaları sebebiyle birbirlerine alışmaları mümkün olacaktır.
Birarada bulunma, savaşlar, beraberce çekilen sıkıntılar dostluk kuvvetinde
bir birliğin doğmasına yardımcı olur. Üstelik, gerilla hayatının ilk
kanunu kimsenin bir başına hayatta kalamayacağıdır. Grubun çıkarı
herkesin, herkesin çıkarı grubundur. Yaşama ve yenme hepbirlikte; yaşama,
hepbirlikte yenmedir. Tek bir savaşçı bile, yürüyen bir kolun gerisinde
kalsa bütün kolun hızına ve güvenliğine etkili olacaktır. Ardınız düşman;
arkadaşınızı ne geride bırakabilirsiniz, ne de eve gönderebilirsiniz. Bu
durumda onun yükünü paylaşmak kendisine yolboyunca yardım etmek herkese düşer.
Bu şartlar altında sınıf bencilliği uzun zaman dayanamaz. Küçük-burjuva
psikolojisi, yaz güneşi gören kar gibi erir ve kendisiyle birlikte o sınıfın
ideolojisini de eritir. Böyle bir karşılaşma, böyle bir ittifak, başka
nerede kurulabilir? Bir gerilla grubunun benimseyeceği tek hareket çizgisi bu
kitle çizgisidir. Bu çizgi onların desteği ve hergünkü teması ile yaşayabilir.
Bürokratik yüreksizliğe yer yoktur. Geleceğin sosyalist lideri ve kadroları
için bu en iyi eğitim şekli değil mi?
Devrimciler, devrimci iç savaşı yaratırlar;
fakat daha geniş ölçüde, devrimci iç savaş, devrimcileri yaratır.
Lenin şöyle yazar: "İçsavaş eğitir
ve sertleştirir. (Denikin ve ötekiler iyi
öğretmendir; herşeyi iyi öğrettiler; en iyi
militanlarımız ordudaydı)."
En iyi öğretmen, halk savaşında yüzyüze
gelinen düşmandır. Çalışma ve çıraklık gereklidir, fakat muhakkak
gerekli değildir. Akademik eğitim görmüş kadro yoktur. Devrimci kadrolar,
ortak muharebe tecrübelerinden uzak teorik okullarda yetiştirilmez. Tersini düşünmek,
Batı Avrupalı için hoşgörülebilir bir saflık, başkaları için
affedilmez bir budalalıktır.
Gerilla grubunun politik liderliği yüklenme ya
da böyle bir liderliği kurma sorumluluğu ilk kurtarılmış bölgeyi organize
ederken, daha da açıkça kendini gösterir. Geleceğin devrimci tedbirleri (Oriente'de
İkinci Cephe'de olduğu gibi) bu bölgede denenir; tarım reformu, köylü
kongreleri, vergi salımı, devrimci mahkemeler, ortak hayatın disiplini gibi.
Kurtarılmış bölge, geleceğin devleti için bir prototip ve örnek,
idarecileri devletin gelecekteki liderleri için model olur. Böyle bir
sosyalist provaya silahlı halk kuvvetlerinden başka kim yapabilir? İşçi-köylü
ittifakı, çoğu zaman gerilla kumanda kadrosunun büyük bir kısmının devşirildiği
burjuva kökenli bir devrimci grup ile irtibat halindedir. Sosyal sınıfların
kutuplaşması sebebiyle, artık bu eğilim azalmakla beraber tamamen ortadan
kalkmış değildir.
Sınırlı bile olsa sömürgeleştirilmiş ülkelerde
eşdeğerini alma yasası işte budur. Sınırlı büyüklükte, ya da reformcu
bir sendika aristokrasisinin etkisi altındaki işçi sınıfını, tecrit
edilmiş ve aşağılanmış bir köylü kesimi, burjuva kökenli de olsa,
politik liderliğe kabul eder. Köylüleri uyandıran ve harekete getiren bir mücadele
sırasında iktidar adayı olarak geçici bir delegasyon ortaya çıkar.[25]
Bu tarihsel görevi üzerine almak ve geçici süre için kendisine düşen bu görevi
gaspetmiş olmamak için, bu ilerici küçük-burjuvazi, Amilcar Cabral'ın sözleriyle,
"halkının en derin arzularını sezebilen
devrimciler olmaları sebebiyle yeniden dünyaya
gelmek için sınıf olarak intihar etmelidir."
Bu intihar için en uygun zaman ve yer gerilla harekâtı sırasında gerillaların
yanıdır. Burada şehirlerden gelen küçük gruplar dağ gerçekleri ile ilk
defa karşılaşırlar, çevreye yavaş yavaş alışırlar ve halkın arzularını
anlamaya başlarlar. Laf ebeliğini bir yana iterek, bu arzuları hareketlerinin
rehberi haline getirirler. Bu deri değiştirme, bu yeniden doğma bir gerilla
ordusundan daha iyi nerede olabilir?
Politika kelimesi, burada, ete kemiğe bürünür.
Devrimci, ideal formüllerin bulanıklığından sıyrılır ve günışığında
gerçek bir varlık kazanır. Bu dirilme insanı şaşırtır. Çin'de,
Vietnam'da, Küba'da ve başka yerlerde bu canlanmaya tanık olanlar
hayretlerini gizleyemiyorlar.
"Canlara can katan ruh,
elbirliği ile en iyiye ulaşma arzusu,
daha iyi olan günlere inanç, hiç eksiksiz
ve hergün de gelişmekte. Bunları duyar,
sözlerin, soyut çekiciliğine kapılırdık, fakat
şimdi içinde yaşıyoruz, bütan duyumlarımız
ile algılıyoruz onu. Gerçekten eşsiz bir
şey. Onun inanılmaz gelişmesini bizim küçük
dünyamız Sierrada gördük. Çoğu zaman belirsiz
bir anlamda kullanılan halk kelimesi burada,
yaşayan, olağanüstü ve gözkamaştırıcı bir
gerçek oluyor. Şimdi artık halkın kim
olduğunu biliyorum; heryerde etrafımızı çeviren
o yenilmez kuvvette görüyorum onları. Otuz
kırk kişilik çeteler halinde ellerinde fenerleri,
sırtlarında 30 kiloluk yükleriyle bize yiyecek
getirmek için sabahın ikisinde üçünde çamurlu
yamaçlardan iniyorlar. Bunları böylesine fevkalade
organize eden kim? Bu kadar büyük kabiliyeti,
azmi, cesareti ve fedakarlığı nereden elde
etmişler? Kimse bilmiyor. Bu, hemen hemen
bir sır! Kendi başlarına ve birdenbire
örgütleniyorlar. Tek adım atmaya halleri kalmamış
yorgun hayvanlar oldukları yere yığılınca,
heryandan insanlar fışkırıyor ve yükleri
taşıyorlar. Kuvvet, bunları yenemez. Hepsini,
son köylüye kadar öldürmek gerek, bu
da imkansız. Diktatörün gücü buna yetmez.
Halk da bunu biliyor ve her geçen
gün kuvvetine giderek güveniyor."[26]
Birarada işleyen bütün bu faktörler, bazı fotoğraflardan pek renkli görünen
ve aptallığımız sebebiyle sadece kılık-kıyafetleri ile uzun sakallarının
etkisi altında kaldığımız acayip bir çeteye şekil verdi. Bunlar zamanımızın
militanları; şehitleri değil, dövüşçüleri. Ne bir makinanın yaratıkları,
ne de sahipleri; bu aşamada sadece kendileri birer makina. Saldırgan insanlar,
hele geri çekilirken.. Kararlı ve sorumlu, herbiri bu silahlı mücadelenin
anlam ve amacını, sırtlarında hergün kendileri gibi aynı yükü taşıdığını
gördükleri, yürüyüşte aynı ayakkabı vurgunundan ve susuzluktan acı çeken
ve kendileri gibi birer savaşçı olan liderlerinden öğrenmişler. Rousseauvari
bu imaja bıkkın insan gülümseyecektir. Fakat şurasını işaret etmemiz
gerekir ki, bunları buraya, dağa sürükleyen ne tabiat aşkıdır ne de
mutluluk bulma umudu; onları buraya tarihsel bir zorunluluk itmiştir. İktidar
şehirde ele geçirilir ve elde tutulur, fakat sömürülenleri iktidara götüren
yol dağdan geçmek zorundadır. Özelliği sertlik olan savaş ve askeri
disiplin Social Contract (Toplum Sözleşmesi) için bilinmeyen
birşey olduğunu burada hatırlatmaya gerek var mı? Bu disiplin gerilla için
düzenli ordudan da gereklidir. Gerilla gruplarından bazıları, öncü rolünü
üzerlerine almadan yokolmuşlardır.
Büyük tehlikelere gebe bu çeşit bir mücadelede
ilk emekleme döneminde sözkonusu yenilgiler normaldir. Önemlerini bütün
Latin-Amerika -Venezüella, Guatemala, Kolombiya- ülkelerine kabul ettiren öteki
gruplar, artık yerleşmişler ve ileriye doğru adım atmaktadırlar. İşte bu
gibi ülkelerde bugün, tarih yürüyüş halinde. Yarın bunlara başka ülkeler
katılacak ve öncülük rolünde onların yerini alacaklardır. Şurası bilmem
farkedildi mi, hemen hemen bütün bu gerilla hareketlerinin ne siyasi
komiserleri var, ne de bunu istiyorlar. Savaşçıların çoğu sosyalistler
arasından geliyor. Bunlar, siyasi komiser sistemini benimsemeyen ilk sosyalist
gerilla kuvvetleri. Bu sistemin Latin-Amerika gerçeğine uymadığı görülüyor.
Eğer bütün bu söylediklerimiz bir anlam taşıyorsa politik işlerde uzmanlaşmış
bir insanın bu çokluğu, askeri işlerde uzmanlaşmış kimsenin yokluğunu doğrulamaktadır.
Halkın ordusu, kendi kendisinin politik otoritesidir. Guerrilleros birbirinden
ayrılmaz bu iki rolü de oynamaktadır. Komutanları, savaşçılar için
politik eğitimcileri; politik eğitimcileri komutanlarıdır.
Şimdi Özetleyelim. Bu durumun teorik ve
tarihi yeniliğini iyice anlamamak silahlı mücadelenin tam göbeğinde
tehlikeli hatalara yol açar. Mevcut partiyi, gerilla kuvvetleriyle birlikte büyüyen
yeni tip partiden farklı ve ona üstün sanmak mantıken şu iki tutuma çıkar:
1) Gerilla kuvveti partiye bağlı kılınmalı.
Siyasi komiser sistemi bu bağlı kılmanın bir sonucudur. Yani, gerilla ordusu
kendisini yönetmeye yeterli sayılmıyor, dışarıdan güdülme gereği
duyuluyor. Devrimci yön, eskiden mevcut öncü içindeki bir liderden öğrenilecek
demektir ki, bu varsayım maalesef bugünkü gerçeğe uymuyor.
2) Gerilla kuvveti partiyi taklit etmeli.
Diğer bir deyimle halk ordusu, geleneksel parti modeline göre kurulmalıdır.
Organizmanın fonksiyonu yaratabileceği inancı ile örgütlenme konularını,
harekât görevlerinin üzerine çıkartan bu sistemin bir etkisini daha önce görmüştük.
Başka bir netice, hücre toplantılarını taklit eden savaşçı toplantılarında
görülür. Bu demokratist metod, parlamento, sosyalist demokrasi için
de aynı şeydir. Tamamen yabancı bir metodun tutturulması gayretinin ötesinde
tehlikeli bir oyundur da. Savaşçılar arasında politik ve ideolojik tartışmalar
için toplantılar yapılmasını teşvik etmek doğaldır. Fakat, askeri ve
disiplin sahalarında açık ve sağlam hükümleri olması gerekli kumandanlara
ait kararlar vardır. Her adımda toplantı yapmak, savaşçıların hem
kumandana hem de kendilerine olan güvenlerinin kaybolmasına yolaçar. Bilinçli
disiplin gevşer, birlikler arasında ahenksizlik ve zıtlaşmalar başgösterir
ve askeri gücün önemli bir kısmı ziyan edilmiş olur.
İspanya'daki savaşın hikayesinden öğreniyoruz
ki, Cumhuriyetçi askerler, verilen emirleri bazan savaşın en kızıştığı
sırada tartışıyorlarmış. Bir mevziye saldırmayı ya da geri çekilmeyi
reddediyor, düşman ateşi altında taktik sorunlar üzerinde toplantılar yapıyorlarmış.
İspanya iç savaşının sonunu çok iyi biliyoruz. Küba'da, savaşın başında
arasıra benimsenen bu metod, silahı kazara ateşlenen ve bir arkadaşının ölümüne
sebep olan etrafının saygısını kazanmış bir yüzbaşının neredeyse
hayatına malolan bir halk mahkemesi vesilesiyle, gerilla grubundan silah
terkederek kaçmalara yolaçmıştır. Buna benzer pekçok örnek sayılabilir.
Yeni durumlar, yeni metodları gerektirir. Yani,
gerek hatalı, gerekse eskimiş olması sebebiyle, yeni öze uygun düşmeyecek
olan hareket biçimlerini benimsemeye karşı kendimizi korumalıyız. Başlangıçta
ortaya attığımız çıkmazı, şimdi artık çözebiliriz. Uzun sürede
Amerika'nın bazı bölgeleri diyalektik sebeplerden dolayı, öncü bir parti
ile bir halk ordusu arasında bir seçme yapmak ihtiyacında değildir. Bugün için
tarihsel temele dayanan bir görev sırası vardır. Halk ordusu,
partinin çekirdeği olacaktır; parti, halk ordusunun
değil. Gerilla kuvveti çekirdek halinde politik öncüdür,
bu çekirdeğin gelişmesiyle gerçek parti meydana gelir.
İşte bu yüzden politik öncünün gelişmesi için,
gerilla kuvvetinin gelişmesi şarttır.
Gene işte bu yüzden, bugünkü durumda, bütün
dikkatler mevcut partilerin kuvvetlenmesi ya da
yeni partilerin yaratılması üzerinde değil,
gerilla savaşının geliştirilmesi üzerinde toplanmalıdır.
Ayaklanma ve başkaldırma faaliyeti
bugün bir numaralı politik faaliyettir.
Buradan, bir hareket çizgisi çizilebilir.
Buradan, Küba devrimin benimsemekle bir an
tereddüt etmediği tarihsel bir sorumluluk çıkartılabilir.
Che Guevara bir defa daha ayaklanma içine giriştiği
zaman, Küba Devriminin lideri Fidel Castro'nun temsilcisi olduğu hareket çizgisinin
sonuçlarını uluslararası bir düzeyde kabul etmiştir.
Che Guevara'nın yeniden gerilla hareketinin başına
geçişini, bu hareketin politik ve askeri liderliğini
birarada ele alması şeklinde yorumlamak hiç de yanlış
olmayacaktır.
Küba'nın Latin-Amerika devrimci hareketlerine
bu katkısının genel sonuçlarını bugün artık herkes özetleyebilir.
1) Politik focoların değil, askeri focoların
kurulması, gelecek için kesin sonuçlar veren ilk adımdır. Pratik sonuçları
bakımından kritik olan bu ayrım basit bir ayrımın çok ötesindedir. Askeri
foco ile politik foco arasında, sadece bir öncelik ya da sonuç
üzerinde etkili olmak bakımından fark yoktur: Bu fark, önce klasik kurallara
uygun olarak Marksist-Leninist ya da milliyetçi politik bir cephe kurarak bir
ayaklanma cephesi açılmasının hazırlanabileceğini sananlar başta olmak üzere,
herkes tarafından iyice anlaşılmalıdır.
Hayır! Bu yeni bir diyalektik görev
konusudur. Şematik olarak anlatmak için, askeri focodan politik harekete geçilmesi
gerektiğini söyleyebiliriz. Bu, aslında politik olan silahlı mücadelenin doğal
bir genişlemesidir. Fakat çok istisnai olarak saf politik bir
hareketten askeri bir focoya gidilebilir. Burjuvazi kendi arazisinde
yenilemez. Silahlı mücadele şartlarının bulunduğu çoğu ülkelerde askeri
bir focodan politik bir focoya geçmek mümkündür, fakat ters yönde
hareket etmek hemen hemen imkansızdır.
Şu klasik sözler hep tekrarlanır: Yeni bir
devrimci örgüt sahneye çıkar, kendisine bir isim yapmak ve böylece silahlı
mücadele şartlarını hazırlamak için bir süre normal politik faaliyete katılacaktır.
Fakat, yağma yok, normal faaliyetlerinin alanı haline gelen bu politik hayatın
çarkına çok geçmeden kapılıp gidecektir. Birkaç üye, birkaç eylemci devşirir,
ilk kongresini yapar, bir gazete ve birkaç bülten basar. Ardından yüzlerce yıllık
kongre, binlerce politik gösteri, ilk uluslararası temaslar,
dış ülkelere delege gönderilmesi (mübarek, katılınacak ne de çok kongre
vardır!..), öteki kuruluşlarda daimi temsil ve halkla ilişkilerin sağlanması.
Bilanço sonucu hep olumludur; görevliler görevini yerine getirmiş, matbaacılar
basmış, delegeler seyahat etmiş, uluslararası dostluk artmış, liderlerin işleri
başlarından aşmış; kısacası makina sürekli çalışmıştır. Masrafın
maşallahı var! Örgüt kuvvetleniyor.
Mücadele tasarıları yavaş yavaş tozlanıyor,
önce birkaç ay, sonra birkaç yıl erteleniyor. Zaman geçiyor, bazı şeyler
değişiyor ve çatışmaya girişmek bir tür saygısızlık, bir çeşit
macera, henüz olgunlaşmamış bir iş gibi görünmeye başlıyor. Sabrı taşan
ve hesap sormaya başlayan militanların yatıştırılması da lazım; küçük
bir askeri kadro hazırlanıyor; yüksek liderliğin yürüttüğü
bu faaliyet kulaktan kulağa fısıldanıyor. Militanlar arasında bir
umut doğuyor. Ne yazık ki, zaman henüz erken ve arada bilinmeyen faktörler
var. Bir anda silahlı mücadeleye girişmenin, örgütün kutsal birliğini
bozacağını, yasallığını sabote edeceğini ve liderlerin hayatlarını
tehlikeye atacağını militanlarında takdir etmeleri gerek.
Kısacası, artık politik kuruluş, bir amaç
olup çıkmıştır. İlkönce, öncü bir parti olarak sağlamca yerleşene
kadar beklemek gerektiği için, silahlı mücadeleye geçmeyecektir. Oysa,
silahlı mücadele dışında hiçbir şey, partinin öncü olarak kabul
edilmesini sağlayamayacaktır. Bu kısır çember, yıllaryılı devrimci mücadelenin
başına bela olmuştur.
Bütün bunların sonucu şunu söyleyebiliriz
ki, mevcut politik kuruluşların kan damarlarına mikrop kırıcı ilaçların
şırınga edilmesi faydasızdır. Fırsatçı cerahate engel olmak şöyle
dursun hem artacak, hem şiddetlenecektir. Bazı politik ya da ideolojik mücadelelerin,
açık polemiklerin dikta idaresine karşı girişilecek kesin sonuçlu kitle mücadelesini
geciktirdiği ispatlanmış bir gerçektir. Bir tane daha politik foco
yaratmak, zaten seferber olanı seferber etmektir. Birkaç militan ile bir avuç
eski lider bir partiden ötekine geçmiş olacak, aynı meslek içinde bazı
ince ayarlamalar yapılacak fakat mücadelenin seviyesinde bir yükselme
olmayacaktır. Hatta böylece seviye daha da düşecektir, çünkü mücadele
gerçek bir temele dayanmayacak -milli gerçekler bakımından zaten böyle bir
temele dayandırılmamıştır- kişisel dedikodulara, çekememezliklere, kırgınlıklara
dayanacaktır. Bu değişiklikler, olupbitenden habersiz olan işçileri ve köylüleri
zaten ilgilendirmeyecek ve yönetici sınıfın kılını bile kıpırdatmasına
sebep olmayacaktır. Olsa olsa iltihabın yayılmasını önleyici tedbirler
alacaklardır. Başkentte hepsi de yasalara uygun bol bol kongreler,
konferanslar, bültenler, afişler vardır. Bu sırada aynı ülkelerde, aynı hükümetler
sessiz fakat etkili olarak çalışmakta olanları anlamaya
devam edeceklerdir.
Yeni aşılar, üslerde, kitleler seviyesinde,
bunlara ulaşabilecekleri gerçek alternatif hedefler teklif edilerek yapılmalıdır.
İşte o zaman mevcut politik liderlik değişecektir. Latin-Amerika ülkelerinin
çoğunda silahlı mücadele başladığı ya da başlamak üzere olduğu
zamanlarda, devrimi saklandığı delikten çıkarmak, akademik gevezelik
seviyesinden kurtarmak, profesyonel gezginci laf ebelerinin dilinden çekip
almak mümkün olmaktadır. Felsefi bir deyişle, Küba Devriminden beri belli
bir problematik yokolmuştur. Yani, sorunları, muhtemel bütün karşılıkları
kapsayacak şekilde ortaya koymaktan vazgeçilmiştir. Zaten değiştirilmesi
gerekli olanlar cevaplar değil, sorunların kendisidir. Bu Marksist-Leninist
bölünmeler, ya da partiler, burjuvazinin koyduğu problematikler
dahilinde çalışmaktadırlar; bunu değiştirecekleri yerde, iyice yerleşmesine
yardım etmişlerdir. Sözde problemlerin içinde boğulmuşlar, fırsatçı problematiğin
suçortaklığını yapmışlardır. Sol kuruluşlarda öncelik ya da makam çekişmeleri,
seçim sırasında cepheler kurma, sendika manevraları, kendi üyelerine karşı
şantaj hep bu sahte problematiğin sonuçlarıdır. Buna da politika
yapmak deniliyor. Bunlardan kurtulmanın tek yolu, içinde yaşanılan havanın
ve çevrenin değişmesi ile mümkündür.
Yeni politik kuruluşlar -Küba Devriminden beri
kurulan bütün Marksist-Leninist partiler ya da gruplar- hepsi de
revizyonistlerin sabote ettikleri silahlı mücadeleyi hızlandırmak amacıyla
kurulduklarını iddia etmişlerdir. Hedeflerine varamadıkları gibi, emekçilerin
öncülüğü rolünün tek sahipleri olmak iddiasını haklı göstermek için
bu kuruluşlar, nerede varsa silahlı mücadeleleri sabote etmekle son bulmuşlardır.
Propagandaları uygulama cesaretini gösterenleri itham ederken, kendilerini ilişkilerini
kestikleri partilerin (sözde hasımları olan fakat aslında aynı oyunu
oynayan ortaklarının) liderleri ile aynı tarafta bulmuşlardır. Eğer
Latin-Amerika'ya özgü bir hesap varsa, bölmenin, çarpmaya eşit olduğunu söyleyebiliriz.
Bu yalancı alternatif, karşı çıktığını iddia ettiği kötülüğü
arttırmaktadır. Kendilerini özellikle Çin modeline göre kurduklarını söyleyen
kuruluş ya da partilerin başarısızlıklarını incelemek çok sıkıcı ve
uzun bir iş olacaktır. Kuruluşun ilk safhalarında, programları ile vaadleri
yüzünden samimi ve kararlı militanları çekmeyi başarmaktadırlar. Çok geçmeden
çalışma metodları, politik çizgilerinin şamatacı fırsatçılığı,
kendi resmi tutumlarının silahlı mücadeleyi sinsice sabote etmesi,
devrimcileri ve özellikle gençleri bunlardan uzaklaştırmaktadır.[27]
Ardından kendilerini başka bir politik teşkilatla boğuşur bulmaktadırlar.
Söylemesi acı ama, bazı ülkelerde, silahlı mücadele için ciddi hazırlıkların
ortasındaki devrimci gruplar, içlerinden çıktıkları bu Marksist-Leninist
partilerden çektiklerini kendilerini ezmekle görevli makamlardan çekmemektedirler.
Bu gruplar, uluslararası polemiğin sonucu olarak Komünist partiler içindeki
bölünmelerin yanlış sorunlar üzerinde olduğunu, biryanda devrimci
marksistler ile öteyanda geri kalanın toplandığı asıl tarihsel bölünmenin
başka bir cinsten olduğunu ve başka bir alemde cereyan ettiğini anlamışlardır.
Böyle olunca bölücülüğü kötülemek, bir
politik liderliği ya da ideolojik tutumu bir diğerine karşı tutmak değil,
bir metodu, bir devrimci mücadele biçimini, kısır, eksiksiz ve önesürdüğü
hedeflere zıt olduğu için kötülemektedir. Yani, hem çıkmaz sokağı göstermek,
hem kestirme yola işaret etmektir. Amerika'da silahlı politik öncülüğün
bulunduğu yerlerde, artık devrimle sözlü-ideolojik ilişki kurmaya ya da
polemiklere girişmeye yer yoktur. Yeni bir zemin üzerinde, yeni sorunlarla karşıkarşıyayız.
Emperyalizme fiilen karşı koyulan heryerde, bölünen gruplar yeniden biraraya
gelmekte, devrimciler halk savaşına bağlanan metod ve amaçlar üzerinde
birleşmektedir. Gelin biraz da sosyoloji yapalım. Böyle bölünmüş
gruplara, öncülere, faal gerilla hareketinin bulunduğu ülkelerde
-Venezüella'da, Guatemala'da, Kolombiya'da- rastlanmamaktadır. Bu ülkelerin
gerilla hareketleri, savunucuları, moral ve politik idealleri olarak Küba
Devrimine bakmaktadırlar. Bu gruplara, silahlı mücadelenin tarihin gündeminde
bulunduğu ülkelerde -Peru, Bolivya, Brezilya vb- rastlanmaktadır. Bunlar
silahlı mücadeleden uzak, belirli bir devrimci öncünün faaliyette olmadığı
ülkelerde bir dereceye kadar varlık göstermektedir. Başka bir deyişle, bu Marksist-Leninist
grupların öncüleri, bulundukları ülkenin devrimci durumlarıyla ters orantılıdır.
Sınırlı başarılarını tutarlı devrimci olmalarına değil, orada mevcut
duruma borçludurlar.[28]
İşte bundan, gayret ve kaynakları saf politik,
saf ideolojik cephelere yöneltmekten kaçınmak, enerjinin sekterce rekabet ve
düşmanlıklar içinde kaybolup gitmesine engel olmak gereklidir.
İşte bundan, Latin-Amerika ülkelerinin çoğunda
pekçok kimse, devrimci hareketin dikta yönetimine karşı bir ayaklanma ile başlayacağına,
bütün gayretlerin politik-askeri teşkilat üzerinde toplanması gereğine
inanıyor. Devrimci politika, önlenemese bile, sadece
politika olmaktan kurtarılmalıdır. Politik kaynaklar
hertürlü polemiğin üzerine çıkılarak, aynı zamanda hem askeri ve hem de
politik olan örgüte tahsis edilmelidir.
2) Silahlı mücadele olmaksızın, belirli bir
öncü yoktur. Uygun şartlara rağmen silahlı mücadelenin bulunmadığı
yerlerde bunun sebebi, henüz politik bir öncünün olmamasıdır. (Halen
silahlı mücadele için şartların bulunmadığı, fakat buna karşılık
kuvvetli bir militan kitle hareketinin varolduğu Uruguay'da örneğin durum böyle
değildir.) Bu ülkelerde yerleşmiş bir ülke olmamasının sebebi, bütün
sol kanat kuruluşlarının öncülük makamında eşit olarak hak iddia
etmelerindendir. Eğer bunların hepsi de bu makama aynı derecede layık
iseler, bunların içinde sadece bir tanesi ile ilişkileri sürdürecek, gerçekten
temsil kabiliyeti olan bir öncünün kurulması kolay olmayacaktır. Bu gibi şartlar
altında sekterlik hem gülünç hem de temelsizdir. Fidel daha geçenlerde,
"Ne bir tarikata ne uluslararası mason
cemiyetine, ne de herhangi bir kiliseye
bağlı değiliz." diyordu. Devrimci zorunluluklarını
yerine getirmeyen Marksist-Leninist partiler, tehlikeye düşen çıkarlarını
korumak üzere bir birlik kurarak yeni teşkilatlar ve devrimci hareketleri önleyici
bir hale gelmekten alakonulmalıdır. Taşıdıkları isim ve benimsedikleri
ideolojiyle, halk öncülüğünün yerini işgal etmektedirler; fakat eğer bu
yeri bilfiil işgal etmiyorlarsa, boş tutmalarına da izin verilmemelidir.
Devrim, kimsenin tekelinde değildir. Fidel son aylarda tekrar tekrar, "Politikamız
bütün sol gruplarla ve halk kuruluşları
ile, Havana Deklarasyonu gereğince aktif ilişki
kurmaktır. " diyordu. Bir seçim süresi için kurulan bir ittifak
ya da burjuva grupları arasında kaybedilen iktidarı ele geçirmek üzere
kurulmuş bir pakt olmayıp, hakiki bir devrimci cephe olmak niyetindeyse, böyle
bir cephenin silahlı mücadeleden önce kurulması çok güçtür. Geniş bir
anti-emperyalist cephe, ancak halk savaşı yoluyla kurulur. Öteki ülkelerin
aksine, devrimci Küba ondan destek isteyenlere sadece şu şartı önesürmektedir;
öncülük iddiasında, emperyalizme karşı sadece sözle değil eylemle de karşı
koymak gerekir. Üçüncü Enternasyonal'e katılmak isteyen bütün Marksist
kuruluşlar için Lenin de aynı şartı koymuştu. Marksist-Leninistler
Lenin'in şu sözlerini de kendilerine uygulamalıdırlar: "Sosyal-demokratların
ne düşündüklerini bilmek için ellerine bakınız,
dillerine değil."
3) Bugün Latin-Amerika'da emperyalizme karşı mücadelenin,
sonuç üzerinde kesin etkisi olduğunu hiçkimse görmemezlikten gelemez.
Mademki bu mücadele sonuç üzerinde bu derece kesin rol oynuyor, başka şeylerin
hepsi de ikinci derecede önemlidir demektir.
Kitlelerin emperyalizme karşı silahlı mücadelesi,
uzun sürede, halkı sosyalizme götürecek bir cepheyi kendiliğinden
yaratabilecektir; kendisini reformculuk ya da mevcut öteki kuruluşlarla ilişkiler
çerçevesi içinde değil, emperyalizmle olan ilişkileri bakımından değerlendirmelidir.
Faaliyetlerinin hızını reformcuların hareketsizliğine göre ayarlarsa, yalnız
zaman kaybetmekle kalmaz, sonuç üzerinde kesin olanı, ikinci derecede olan şeylere
feda etmiş olur.
Üstelik, kararsızlığa son vermenin en iyi
yolu şartların olgunlaştığı yerlerde hemen emperyalizme ve onun yerli
ajanlarına karşı taarruza geçmektir. Böylece sorun tersine çevrilmiş
olur. Durumlarını devrimcilerin zıttına değil, devrimcilere göre ayarlamak
artık ara yerde kalanlara düşecektir. Gerçeğe ve ortadaki bir emrivakiye göre
hareket çizgilerini çizmek zorunluluğunu duyacaklardır. Eğer emperyalizme
karşı mücadeleye katılırlarsa, bu, herkesin yararını olur; yok böyle
yapmayıp geri dururlarsa kendilerine yazık olacaktır, çünkü bunların bir
kıyıya atılmaları için tarih gereğini yapacaktır. Başarılı bir pusu
harekâtı, şu ya da bu Amerikan ülkesinde ortaya çıkabilecek reformcu yüreksizler
için en iyi cevaptır.
Küba Devriminden ve Santa Domingo'nun işgalinden beri
Latin-Amerika'da olağanüstü bir durum vardır. Deniz piyadeleri, hareket eden
herşeye, hangi partiye bağlı olduğuna bakmaksızın ateş etmektedir. Hem
bu, olağanüstü durum, hem de ilke bakımından silahlı bir
devrimci cephe zorunluluktur. Kavganın yükselen bir çizgiyi izlediği ve halk
kuvvetlerinin olağanüstü duruma cevap verdiği yerlerde kuvvetler manyetik
birlik alanına doğru hareket etmektedirler. Başka yerlerde dağınık ve zayıf
durumdadırlar. Olaylar, bütün gayretlerin sosyalist prensipler temeli üzerinde
bir birliğe ulaşmak amacıyla, silahlı mücadelenin pratik olarak
organizasyonu üzerinde toplanması gereğine işaret etmektedir.
Bugün Latin-Amerika'da silaha sarılanlar, bu
hareket çizgisi etrafında toplanmışlardır. Silahlı mücadeleye yaklaşan bütün
gruplar da bu çizgiye doğru dönmektedirler. Bunda ne rastlantının rolü
vardır, ne de fesat yuvalarının. Oligarşilerin zannettikleri
gibi, kimsenin işaret falan verdiği yok. Bu aynı çizgide buluşma sadece aklın
bir gereğidir. Belli bir tarihsel durumda, devrimi yapmaya karar verenler arasında
tek bir ortak nokta üzerinde birleşmek zorunluluğu vardır